26 Ocak 2009 Pazartesi

Ver elini Rusya - Firüzan Baytop

Ver elini Rusya


Rusya’ya ilk kez 1989 yılının kışında gittim. Rusya’nın o zamanki adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB). Birlik henüz dağılmamış. (Bir süre sonra dağılmayı da gördük. Yolboyu tankları, elleri bayraklı kalabalıkları, parlamentonun bombalanmasını birebir yaşadık).

SSCB’nde ilk taahhüt olarak, Moskova’da bir Fin-Rus ortaklığından ELKAT “Bakır tel Fabrikası Yenilenmesi ve Tevsii” işini almıştık. Kısa sürede arkadaşlar sökme işlerine başladılar. 2,5-3 Ay sonra da “Ne olup bitiyor bir bakalım” diye, grup müdür yardımcısı Doğu Özgür ile Moskova için yol hazırlığına başladık. O zamanlar THY’nın Moskova uçuşu yok. Bir hayli uğraşmadan sonra Zürih aktarmalı bir bilet bulup yola çıktık. Zürih’ten de Yugoslav Havayolları JAT ile Moskova’ya uçacağız.

Moskova’ya akşam kararırken varabildik. Her yer kar kıyamet. Bizi idare amirimiz Ali Gören karşılayacaktı. Sağa sola bakıyoruz, yok. Yanımıza taksi, taksi diye bir çok adam yanaşıyor. Biz Ali’nin geleceğinden emin, hepsine hayır diyoruz. Yarım saat sonra Ali’den ümidimiz kesilmiş, hele şunlarla bir konuşalım diyoruz. Nasıl olsa gideceğimiz oteli biliyoruz. Gostinitsa Solneçniy. Adamlar “Ooo…çok uzak” diyorlar, “Burdan 70 km. uzakta” diyor, 25 dolar istiyorlar, en son 20 olurmuş. Hepsi karaborsacı mı ne? Sonunda ortalıkta kimseler kalmayınca biri ile bir karton Marlboro sigarasına anlaşıyor, arabaya atlıyoruz. Ancak daha 100m. bile gitmeden ilerde bizim Ali’yi görmeyelim mi? Aman dur. Moskova’nın uluslararası havaalanı Sheremetyevo, 2 koskocaman, upuzun bir bina. Zeminde iki başta iki ayrı kapısı var. Bizimkiler hem biraz gecikmişler hem de –tesadüf- biz içerden bir kapıya yönelirken o dışarıdan diğerine, biz diğerine yönelirken o berikine koşuşup durmuşuz. Neyse Ali (biraz Rusça öğrenmiş) taksiciye durumu anlatıyor. Adama bir paket sigara verip bizim araba ile otelimize yollanıyoruz.

Moskova’da ilk günler şantiye ile ilgilenirken bir yandan da şehri ve şehirliyi tanımaya çalışıyoruz. Geniş geniş caddeler, koca koca ruhsuz binalar. Ama aralarında pek çok da güzel park var. Metro ise harika. İstasyonların her biri ayrı bir mimari üslûpta ve de her biri pek çok heykel, duvar kabartmaları, resimleri ile bezenmiş. Mağazalarda (Moskova’nın iki büyük mağazası Gum ve Zum’da da) satılan mallar çok kalitesiz, olanlar da iki gün içinde bitermiş. Yenisi gelir mi, bilen yok. Bir daha hiç bulunmayabilirmiş de. Kadın erkek pek çok yaşlı insan (Sanırım hepsi emekli) bu devlet mağazalarının önlerinde ucuz bir şeyler alabilmek için kuyrukta. Bunların bir bölümü de –aldıkları bu ucuz malları üç beş kopek/ruble fazlasına satabilmek için-– o mağazaların, tren istasyonlarının vb. yerlerin yanlarında sıralanıyorlar. Çığırtkanlık yok. Çoğu yaşlı kadınlar bir paket pirinci, bir şişe yağı ya da evlerinde ördükleri birkaç öteberiyi satabilmek için sessiz sakin saatlerce bekliyorlar.

Şantiyede yemediğimiz zamanlar lokanta bulmak zor, rezervasyonunuz yoksa içeri almıyorlar. Kalkan müşterinin masasını temizleyip yeni müşteriye hazırlamak yok. Çünkü bahşiş yok. Sistem çok müşteriden çok kazanmaya dönük değil. Aylık sabit olduğundan herkes daha az çalışmaya bakıyor. Neyse onları kısa sürede bahşişe alıştırdık da rahatladık.

Rus insanının yüzü gülmüyor, yaşantılarından hoşnut değil, mutsuzlar. Erkeklerin giysileri ucuz, zevksiz ve eski (Ancak askerlerin, polislerin kıyafetleri düzgün ve yepyeni). Kapalı rejim gereği görgüleri yetersiz, hareketleri kaba saba. Kimse kimseye yol da vermiyor yer de, eşitlik var ya (!). Ama iyi niyetli insanlar. Genel kültürlerinin yüksek olduğunu söyleyemem. Ancak şehirde pek çok kitapçı ve kitap satış sergisi var. Metro’da insanların çoğu kitap yada gazete okuyor. (Araba ile bir yere gittiğimizde bekleme sırasında, Rus şoför bir kitap açıp okurken Türk şoförümüzün hemen uyumaya başlaması üzüntü verici idi).

Orta yaş ve yukarısı çoğu Rus kadını kaba ve hantal. Genç kızlara gelince çoğu ince, zarif ve güzeller. Uzun boylu, mini değil, mini mini etekli. Bu genç kızların –aile gelirleri özellikle televizyonlardan seyrettikleri yaşam düzeyini karşılayamadığından- bir haylisi yazık ki sokaklara düşmüşler. (Bizim bekâr genç mühendislerimizin ilk öğrendikleri Rusça sözcük “Mojna” imiş. Yani “Mümküm mü?” hangi anlamda alırsanız alın). Bu kızların çoğu –Her halde resepsiyonistlerle anlaşmalı olarak-– turistik otelleri mesken tutmuşlar. Bizim Solneçniy otelinde de dolanıp duruyorlar. Gece 21’den sonra odanızda iseniz, telefonlar çalmaya başlıyor: “Mojna..Mojna…” Namusunuzu korumada bayağı zorlanıyorsunuz.

Bizim palabıyıklı işçilerimize gelince çok gözde imişler. Daha ilk haftadan başlayarak iş çıkışlarında yıkanıp, traş olup, parfüm sürünür (o zamanlar Moskova’da marka parfüm ya da taklitleri çok ucuzdu) olmuşlar. Ve gene ilk on günden sonra şantiyede akşam yemeği yiyenler yarı yarıya azalmış. Herkes bir eve kapağı atmış demek ki).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder