26 Ocak 2009 Pazartesi

Ben şimdi kiminle kavga edeceğim? - Firüzan Baytop

Ben şimdi kiminle kavga edeceğim?


Kartal Maltepesinde “İstanbul’da Ankara Evleri Kooperatifi” inşaatında şantiye şefliğini sürdürüyorum. Kontrolumuz da sınıf arkadaşım Ercümend Bigat. İyi, hoş çocuktu da zaman zaman mevkiinin gereği sandığı emredici tavırlarla eleştiri dolu yazılar yazıp keyfimizi kaçırmadan da yapamazdı.

Bir gün öğle üzeri yenmez yutulmaz bir yazısını daha alınca iyicene kafam bozuldu, resmen kavga etmek üzere hızla odasına daldım, yok. Şuradadır, buradadır diye dolanırken odacı “Beyim az önce trene bindi gitti, bugün Cumartesi” demez mi? “Pazartesine kadar da dönmez” Eee, ben şimdi kiminle kavga edeceğim?

O gün akşama kadar kendi kendimi yiyiyorum. Akşam uyku, ertesi gün bir yığın iş, bir yığın sorun, unuttum gitti. Pazartesi sabahı (Aşkolsun öyle yazı da yazılır mı?) demeye bile gerek duymuyorum.

Bir Amerikan filmi vardı bilmem hatırlar mısınız? (I will cry tomorrow/ yarın ağlayacağım) isimli. Kız perişan durumdadır. Kocası ölmüş, üç küçük çocuğu ile yapayalnız kalmıştır. Ama hayat devam ediyor, yapılması zorunlu bir yığın iş var. Hele şu işleri bir bitireyim, sonra üzülür, ağlarım diye işi zamana bırakıyordu. Ama (Tomorrow is another day/ yarın bir başka gündür) Zaman acıları en azından hafifletiyor, üzüntüleri, dargınlıkları, kırgınlıkları da unutturuyor.

Şantiyelerde çalışırken kontrollardan ağır bir eleştiri, kötü bir yazı alındığında –ki kontrollar her zaman kendilerini sizden daha bilgili, daha dürüst ve herkesden daha yurtsever sayarlar. Kuşkusuz öylesi de vardır, öyle olmayanı da– hemen tartışmaya, yazılı cevaba kalkışmayıp en az aradan bir gece geçmesinin beklenmesi en doğrusudur.

Ancak ben de –ilerde anlatacağım– bu kuralı her zaman uygulayabildiğimi pek söyleyemem. Hangi yaşta olursa olsun, bazen insanın tepesi atabiliyor. O zaman da….Adaaaam sende….”İnceldiği yerden kopsun!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder