29 Ocak 2009 Perşembe

İŞKENCE -İSKENCE - Alaaddin Yılmazel

İŞKENCE -İSKENCE

Yetmişli yılların sonları, Bozüyük Halıser Fabrikası İnşaatındayız. Saha da benden başka, mühendis olarak benimle yaşıt Ferda adında bir arkadaş daha var. Şantiyeciliği hiç sevmiyor. Gerçi yalnızca şantiyeciliği değil, iş yapmaktan da pek hoşlanmıyor…
Saha da dolaşıyorum, Ferda Bilal çavuşa (Domaniçli, düz işçilerin başında çavuşluk yaptırıyoruz, saftan iyi biri) bağırıp çağırıyor. Yanlarına gittim ne oluyor diye…
’Ferda ne oldu? Adam ne yaptı?’ diye sordum.
‘Ya bu herif manyak ‘
‘Hayrola ne yaptı ki?’
‘Adamlara İŞKENCE lazım ağabey diyor.’
‘Sen ne dedin?’
‘Ne diyeceğim? Ulan adamları zaten eşek gibi sabahtan akşama çalıştırıyoruz, bir de işkence mi yapacağız diye bağırırken sen geldin’
Bilal çavuşa uzaklaşmasını söyledim, homurdanarak yürüdü, ama ben kendimi tutamıyorum. Çavuş biraz uzaklaştı ben koptum. Nasıl gülüyorum anlatamam, kasıklarım patlayacak. Ferda şaşkın:
‘ Ne gülüyorsun be ?’diyerek bu sefer bana kızmaya başladı. Gülmemi bir tutabilsem anlatacağım, bizim toya niye güldüğümü…
Genellikle mobilyacıların ve marangozların kullandığı İSKENCE (Yapıştırılan iki parçayı yapışkan kuruyana dek tutturmak için, ya da bazen kalıpları birbirine hizaya getirirken kullanılır. Bir cins geniş aralıklar için ayarlanabilinir mengene) Bizim Bilal çavuşun şivesiyle İŞKENCE oluyor.(Gerçi genellikle çalışanlar arasında İşkence diye adlandırılır.) Ferda ömründe İSKENCE görmemiş, o yüzden uyanmıyor. Çavuş ta doğal olarak çok şaşkın, ben ne yaptım da bu adam bana bağırıp, çağırıyor diyor? Mühendisin İSKENCE yi bilmeyeceğini aklına bile getirmiyor.
Ferda ya usulüne uygun, biraz da dalga geçerek anlattım sonun da
Oğlan çok bozuldu, ses çıkartmadan uzaklaştı gitti yanımdan…

28 Ocak 2009 Çarşamba

Altyapı Uzmanı! - Serbest TUNĞ

Altyapı Uzmanı!

Yine aynı şantiye. İşler nerdeyse bitmiş. Bahçe ve çevre düzenlemesini yapıyoruz. Bu arada müşavir firmanın amiri değişmiş. Yeni gelen, kendisinin Türkiye’deki sayılı 50 mimardan biri olduğunu söyleyen yaşlıca bir mimar. İsmini hatırlamıyorum. Ama bilgisi, hal ve tavırları pek öyle göstermiyordu. Bir gün ben şantiyedeyken, bu zat yanında biriyle geldi. Okulun arka girişinde karşılaştık. Ben işçilere giriş merdiveni için ölçü veriyorum. Merdiven dediğimiz; giriş genişliğinde, 2 mt sahanlığı olan, zemine kadar üç basamak yapılacak düz bir merdiven. Bu zat bana ağır ve ciddi bir ifadeyle “bu merdiveni yapabilir misiniz? Eğer yapamayacaksanız yanımda altyapı uzmanı arkadaş var o yardımcı olsun” dedi. Ben ilk başta dalga geçiyor, espri yapıyor diye düşündüm ama baktım ki gayet ciddi duruyor. Çok şaşırdım. Kısa bir duraklamadan sonra, biraz da saygıdan “sanırım yapabiliriz, ama bir problem olursa size haber veririz” dedim. Adam aynı ciddiyetle “tamam” dedi ve gitti.

Evet. Türkiye’nin sayılı elli mimarından biri olduğunu söyleyen kontrol amiri, hiçbir eğitimi olmayan, aslında inşaatla pek alakası da olamayan ve sonradan akrabası olduğunu öğrendiğim, bir adamı altyapı uzmanı diye yanında gezdiriyordu. Evet sadece gezdiriyordu. Ve şantiye şefine basit bir merdiveni yapıp yapamayacağını soruyordu.

Şantiye Şefi - Serbest TUNĞ

Şantiye Şefi.

Yıl 1999. Cizre’de Milli eğitim Bakanlığı’nın İlköğretim Okullarını yapıyoruz. Bizim firma Cizre, Kumçatı, Silopi, İdil ve Beytüşşebap’ta aynı anda 6 iş almış. Bitirme süresi çok kısa. 10 Ay. Özel bir müşavir firmanın denetiminde çalışıyoruz. Ben Cizre ve İdil’deki şantiyelerin şefliği yapıyorum. İşler bitmeye yakın. Cizre’deki okulun kanalizasyon çıkışlarını bağlamaya çalışıyoruz. Kanalı açmışız. Yaklaşık 2,5 mt derin, daracık bir kanal. Üst taraftan iksa yapmışız ama yine de güvenemiyoruz. Çökme ihtimaline karşı bir an önce büzleri döşeyip kapatmaya uğraşıyoruz. Ben kanalın başında duruyorum işi bir an önce bitirebilmek için. Kanalda da iki işçi çalışıyor. Ama gel gör ki işçiler bir türlü doğru düzgün yerleştiremiyorlar. Kanalın dibine su sızmış, balçık olmuş. Onun için bir türlü büzleri ayarlayamıyorlar. Baktım ki olmayacak, giydim çizmeleri girdim kanala. İlk birkaç büzü beraber yerleştirdik. Tam bu arada bizim kapı-pencere işlerini yapan firmanın patronu şantiyeye geliyor. İlk defa geliyor. İşçilere şantiye şefini sormuş. Onlar da kanalın başına getirip beni göstermişler. Adam işçilerin dalga geçtiğini sanmış. Sonra üstüm başım çamur içinde kanaldan çıktıktan sonra tanıştık. Ama adamın benim şantiye şefi olmama inanması için bayağı bir zaman geçmesi gerekmişti.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan - Oğuz Atay

Sistemin gerisindeki matematik düzen

"Sistemi anlamak için" dedi profesör, "Daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematik düzeni anlamak için, formüllerin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. Bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar, hiç öğretmiyorlar. Matematikçinin neden ve nasıl düşündüğünü hiçbir zaman bilmiyorsunuz belki.

"Matematiği bir takım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve eski Yunanca harflarin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur"

Hayata atılanlar ne yapıyorlardı?

Üniversiteye asistan bulmak kolay olmuyordu. Üniversitede kalmak, hayata atılmamak gibi görülüyordu. Peki hayata atılanlar ne yapıyorlardı? "Düşünme yeteneğini gittikçe kaybettiğimi hissediyordum" diyor bunlardan biri, "karşıma çıkan meselelerin, öğrendiklerimle hemen hiç ilgisi yoktu; bunların hakkından gelmek için öyle uzun boylu düşünmeye ihtiyaç yoktu, yalnız koşuşmak gerekiyordu. Böylece en az düşünen insanlardan biri oldum zamanla"

Düşünmek...

"Düşünmek, ilmi araştırmalar sonunda sabit olmuştur ki en çok enerji (kalori) sarfedilmesi icap eden fiziki bir olaydır. Bu enerjiyi bulamadığı için veya sarfetmek külfetine doğuştan istekli olmayan insan yavrusu ise, böyle bir işe karşı daima tembellik içindedir. Her frsatta ondan kaçmak yolunu bulur. Onun için, düşünme sporu ile bu işe alıştırılması ve düşünme sanatını öğrenmesi gereklidir."

Tatbikatten ilim adamı sorumlu değildir

"Tatbikatten ilim adam sorumlu değildir. Teknik buluşlar, iki yönlü, insanlık hayrına veya zararına kullanlabilir. İlim adamı güdümlü bir araştırma yapamaz. İmin gayesi gerçeği aramaktır."

Problemleri doğru kurabilmek

"Çocuklarmıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! "Düşünmeyi öğren!" derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarnı bilmek değildir. Belirli problemleri çözebilmek için elbette belirli bilgileri öğrenmek gereklidir; fakat bence önemli olan, asıl güçlük, problemleri kurmaktır. Çoğumuz problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız."

Matematik düşünme sanatını sembolleştirir

Matematik, düşünme sanatını sembolleştirir. Bugün mantık da matematik esaslara göre düzenleniyor. Boole cebri buna örnektir. Matematik, düşünmede ekonomi sağlar. İlim tarihi bize göstermiştir ki, basit ve sarih fikir, daima muğlak ve karışık fikre galip gelmiştir."

Mühendislerle doktorlar

"Mühendisler henüz cemiyete tam yaklaşamamışlardır. Doktorları düşünün: bir toplantıda, bir mecliste bulunanlar doktora hemen dertlerinden, hastalıklarından bahsederler. Aynı toplantıda bir mühendiste bulunsa, kimsenin aklına evinin duvarındaki çatlaktan yahut zemindeki rutubetten bahsemek gelmez; kimse, bu dertlerin de bir mühendise danışılacağını düşünmez."

Bütün yazarlar matematikçidir

Bütün yazarlar matematikçidir; çünkü dil bir matematiktir...."Çevremizdeki Evren"i inceleyen Sir James Jeans'in dediğine göre "Tanrı bize matematikçi olarak görülüyor"

Bilgi eksikliği

Faydasız ve lüzumsuz bilgilerle kafayı yükleme konusu yersizdir. Birçoklarımız yalnız salim bir kafayla her şey hakkında fikir yürütülebileceğini zanneder. Halbuki bilgi eksikliği ekseriya yanlış sonuçlar verebilir. Evet aklı selim lazım, fakat barut gibi de bilmek gerekli."

Şarlo ve Einstein

"Peki insanlar meşhur bir mukavemetçinin ne işe yaradığını anlayabilir mi? Derler ki meşhur fizikçi Einstein, bir toplantıda Şarlo'ya 'Siz büyük bir adamsınız' demiş, 'Herkes sizi anlyor, herkes size hayran.' Şarlo, 'Siz daha büyüksünüz' diye itiraz etmiş: 'Size herkes, hiç anlamadığı halde hayran'

Dünya barışına nasıl hizmet edebiliriz?

2. Cihan savaşından sonra, iyice anlaşılmıştır ki dünya yüzünde gerçek barış, ancak milletler arasında mevcut ekonomik ve kültürel seviye farklarını gidermekle kabil olacaktır. Bu fikre uygun olarak ileri seviyede olan milletler, az gelimiş ülkelere yardımda bulunmuşlardır; ancak seviye farkının giderilmesi, balangıçta dış yardımdan temin edilse bile, zaman geçtikçe geri kalmış memleketler kendi imkanlar ile kalkınmak zorundadırlar. Bu içten kalkınma mecburiyeti için de, ilme tekniğe ve dolayısıyla onun adamlarına ihtiyaç vardr; kendi kabiliyetlerini durmadan kaybeden milletlerin, seviye farkını kapatmaları hiçbir zaman beklenemez, dolayısıyla da dünya barışına hizmet edilmiş olamaz.

Öfken bir işe yaramalı

Gerekince öfkelenebilirsin, haksızlığa karşı çıkabilirsin. Ama bu öfke bir işe yaramalıdır. Öfkelenirken, içinden kimseye kızmamalısın. Doğru bildiğin şeyler adına öfkelendiğini bilmelisin. Kendi adına ve kendini tatmin etmek için ayağa kalkarsan, duyarlı bir insan olarak sonra çok üzülürsün. Benim temkinli ve soğukkanlı olduğumu söylerler. Oysa ben de kızardım; ama insanlara değil, kavramlara soyut şeylere öfkelenirdim: Öğrencilerime değil, tembelliğe ve ikiyüzlülüğe ve frsatçılığa ve samimiyetsizliğe ve kopyacılığa kızardım."

Bilim uzun ve çetin bir yoldur

Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binalaaarı başkası yapsın, büyük barajlaaarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi "Kuvvet nedir?" diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre "Kuvvet" para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriile karıştırmayın olur mu çocuklar?

Bilimle uğraşırsanız nelere vaktiniz vardır?

Dürüst oluşumuda gözümde büyütmedim; bu bir bünye meselesidir. Bazı bünyelere doğru yoldan ayrılmak dokunur. Zaten bilimle uğraşırsanız, bu konularla fazla uğraşacak vaktiniz kalmaz. Başka bilginleri kıskanacak kadar bile vakti yoktur insanın. Ve başkalarından ne kadar üstünüm demeye hiç vaktiniz kalmaz. Başkalarının yetersizliğini görüp de sırf bu yüzden kendinizi beğenecek vaktiniz de kalmaz. Bununla birlikte, bir çok şey için vakit vardır. Bilimi sevimli göstermek için ne yapmalı? Bunun için de çok vaktiniz vardır. Öğrencinin kafasının içine nasıl nufus edilir için de vaktiniz vardır. Hele sizin gibi bilim adamı olmak isteyenlere yol göstermek için sonsuz vaktiniz vardır. Dünyada neler olup bitiyor, insanlık nereye gidiyor demeye çok vaktiniz vardır. Peki bütün bunlar için neden vaktiniz vardır? Çünkü salifüzzikir yani yukarıda belirtilen ve insanın boşuna vaktini almaktan başka işe yaramayan işlere hiç vaktiniz yoktur da ondan. Tabii bu arada isterseniz dinlenmeye, yaşamaya, insan gibi gezip eğlenmeye de vaktiniz vardır; günü birinde aklınızı kullanamayacak kadar yorulmak istemiyorsanız; bunlara da vaktiniz vardır. Yani sözün kısası kendi istediğiniz bir şeyi yapmaya, insanlara örnek olmaya çok vaktiniz vardır. Söylemeyi zait addediyorum, ama esaslı düşünmeye çok vaktiniz vardır, herşeyden çok bunu yapmaya gücünüz vardır.

Çok zorluklar yaşayacaksın, fakat....

Biliyorum bir çok zorluk yaşayacaksın. Hepsini şimdiden görür gibi oluyorum. Talihli olarak küçük bir burs bulsan bile yurt köşelerinde sürünebilirsin. Binbir güçlükle soğuk bir banyoda yıkandıktan sonra, arkadaşlarından utanarak havlular içinde büzülerek, yurdun tek sıcak yeri olan okuma salonunda çalışan arkadaşlarının arasında kurumak zorunda kalabilirsin. her sabah insanlarımızın balık istifi olduğu bir otobüste kendine ve resim tahtana bir yer bulabilmek için, sabah karanlığında yollara düşmek zorunda kalabilirsin. Hatta ısınmak için okul yerine kahveye gitmeyi bile isteyebilirsin. İşte bu durum ve şartlar altında bile her zaman amacının olduğunu gözden kaçırmamalısın. İnsanları etkilemek, insanlara söz geçirmek, sesini duyurmak istiyorsan, bütün bunları yapabilecek yetenekte olduğunu göstermelisin. Yoksa sonunda sıradan bir insan durumuna gelirsen, kimse senin kötü şartlar altında bu duruma düştüğünü düşünmez, kimse sana gençliğinde iyi beslenemedin diye, sırf bu yüzden itibar etmez. Bir gün gelir de kendini gösterebilirsen, sen bütün bu zorlukları yaşamış olduğun için, bu zorluklara çare bulmak için herkesten daha gerçekçi davranabilirsin. Yok, eğer sen de acı çekme sıramı savdım, artık öğrecilerim üzülsün, asistanlarım çanta taşısın, doçentlerim olduğu yerde saysın diye hissedersen sana da herkese de yazık olur. Hissedersen diyorum, böyle acıklı bir duruma "düşünme" adını veremiyorum çünkü.....

Hiçbir zaman mazeretin olmamalı

İşte delikanlı, ilkokul sıralarından başlayarak "kendi bacağından asılan koyun" felsefesi ile yetiştirilenlere asla itibar etmeyeceksin. Onların arasından ülkeye yararlı birinin çıktığı görülmedi. Çıkarcıların sana hiç bir zaman engel olamayacağını bileceksin. İşte bu durumlar ve şartlar altında endişelere kapılmadan önce ne yapılabileceğini düşüneceksin. Ve hiç bir zaman düzen bozukluğunu mazaret göstermeyeceksin. Başarısızlıklarını bozuk düzenin sırtına yüklemen belki seni ferahlatır, fakat kurtarmaz.

Yukarıdaki metnin tamamı Mustafa İnan'ın öğrencisi Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı" adlı eserinden alınmıştır.

Yaşadıkça Öğrenmek - Kemal Özüdoğru

Kemal Özüdoğru’nun Karl terzaghi’nin yaşamını anlattığı “Yaşadıkça Öğrenmek” kitabından

William F. Swiger 19 Temmuz 1994 tarihli mektubunda yazmıştır. Terzaghi Wanetta Barajı’na gitmeden önce şantiyenin aşçısına önemli bir kişinin geleceği ve ona hizmette kusur etmemesi tembihlenir. Şef Terzaghi’nin yemekhaneye girdiğini fark edince yanına gider, fakat Terzaghi’yi düşünceli görünce merakla onu düşünceli gördüğünü belirtir. Terzaghi “evet öyle” deyince, şef “bana anlat, belki yardım edebilirim” diye cevap verir. Terzaghi sıkıntısını aşçıya anlatmaya başlar. Ona projede baraj için tunnel açıması gerektiğini, oysa orada çalışanların hepsinin madenci olup, yumuşak zeminde tunnel açmayı bilmediklerini, sıkıntısının bu olduğunu açıklar. Bunun üzerine şef aşçı kendisinin de eski bir maden işçisi olduğunu fakat hem kayada hem de yumuşak zeminde nasıl tunnel açıldığını bildiğini söyler. Sonra yemeyi, içmeyi çok sevdiği için tünel işini bıraktığını ifade eder. Terzaghi ona küçük bir sınav uygular ve başarılı cevaplar alır; bunun üzerine şefe bu tüneli ilerletmeyi başarıp başaramayacağını sorar. Ondan “Başarmak için elimden geleni yaparım” cevabını alınca, aşçıya “ o zaman yarından itibaren senin bu işin formeni olmanı sağlayacağım” der ve baraj yetkilileri ile konuşarak şef aşçının tunnel işine formen atılmasını sağlar. Aşçı tüneli başarı ile tamamlatır.

Terzaghi yapabileceğimiz en iyi şeyin kendimizi çizgimize gore ayarlayıp hareket etmemiz olduğunu ve cevaplanması mümkün olmayan sorulara cevap aramakla vakit kaybetmemizi öğütler. “Çünkü” der, “cevaplar herhangi bir pratik amaca hizmet etmez”. Sözlerini Goethe’nin kahramanı Dr. Faust’un fırtınalı hayatının sonunda keşfettiği “insanın amacı belirsiz bile olsa doğru yolu bilir” sözleri ile tamamlar.

Deneyimlerim Üzeyir Garih

Üniversite Öğrenimi ve Uygulanan Meslek
· Üniversitede yüzeysel kalmayan bir eğitimin üzerinde kısa süreli bir ek eğitimle tamamen farklı bir meslek edinmek mümkündür.
· Etrafıma dikkat ediyorum. Başarılı kişilerin herbiri üniversitede diploma almak için değil öğrenmek için gece gündüz çalışmış kişiler.
· Üniversite tahsili sağlam bir temel kurar. Derinliğine öğrenim beyinde bir düşünce mantığı bir ardaşık ve mantıksal fikir zincirinin tabanını oluşturur.
· Kanımca yapılan bir işte başarı ve başarısızlık 1) Yapılan işi sevmede, 2) Sağlam ve nitelikli bir eğitim altyapısında, 3) Bu sağlam eğitim üzerine bina edilmiş kısa ve uzun süreli bir ihtisas eğitiminde yatıyor.
· Hayatta başarı sevilen bir mesleğin uygulanması ile elde edilir.
· Gençlere önerim, üniversite tahsillerini, branşları ne olursa olsun derinliğine öğrenip hazmedip özümsemeleri, mesleklerine hakim olunca sevdikleri bir işte, kurslarla veya işbaşında eğitimle bilgi kazanıp kendilerini adapte etmeleridir. Bu durumda başarı olasılığı yüksek olur.
Yeni nesile bakış
· Türkiye için gelecek vadeden meslekler turizm, uluslararası finans, uluslararası pazarlama ve ticaret meslekleridir.
· İki yıllık lise üstü eğitimle elde edilen, gümrükleme, sigortacılık, bankacılık, turizm rehberliği, halı ve mücevherat eksperliği, tıp sekreterliği, lojistik gibi meslekler sahiplerine büyük avantajlar sağlar
· Yeni neslin değer yargılarını yadırgama yerine onları anlamaya gayret etmenin 45 yaşını aşmış kişiler için daha yararlı olacağına inanıyorum
· Gençler diploma sahibi olmaktan çok meslek ve bilgi sahibi olmak için çalışırlarsa, üniversitedeki temel eğitim yeterlidir.
· Ülke parasının devletin değil milletin olduğu unutulmamalı ve paranın sarfının gözetimi ve denetimi gençlerimizce sağlanmalıdır.
· Gençlere iş hayatlarında politikacılara çok yaklaşıp, güvenmelerini önermiyorum. Politik etkilerle yükselenler, pozisyonlarını kısa süre sonra kaybedebilirler.
· Yeni ve gelişmiş teknoloji ancak yabancı sermaye yatırımı ile gelir.
Mühendisler ve Mühendislik
· Mühendis, öğrenimini yaptığı dalda çalışma zorunluluğunda olduğunu kesinlikle düşünmemelidir.
· Mühendislik bir matematik mantık, bir özel düşünce sistematiği kazandırır.
· Mühendislik temel bilgileri üzerine finans, işletme, pazarlama ve benzeri meslekler kurulabilir.
· Mühendis, kendi dalı ile ilgili işler kadar, sevdiği ve kendini yetenekli gördüğü branşlarda da mutlaka başarılı olacaktır.
· Mühendisin başarısı, azim, cesaret ve sebatla öngördüğü işte çalışmasıdır.
İş'te Konsantrasyon
· Büyük şirket cirosu yüksek ve çok adam çalıştıran şirket olmaktan çok, sermayesine göre veya çalışan başına büyük oranda kar eden şirkettir.
· Şirketlerde gücü oluşturan en önemli faktörler, uzmanlaşma, yönetim, diversifikasyon ve konu üzerinde konsantrasyondur.
· Bir kişiyi tek bir ana konudan sorumlu tutmak o kişiyi başarıya götürecektir.
Şirketlerde Sağlamlık
· Batan şirketlerin hemen hepsi likidite darlığı veya politik etkenlerle batmışlardır.
· Ekonomik sıkıntılar ufukta iken kurumların kimliklerini ayırarak uzmanlık alanları dışındaki yatırımlarını ve katı varlıklarını likidite ederek durdurmaları gerekir.
Kurumlarda verimi arttırma
· Kurumda çalışan elemanların "..... Bey mutlaka bu işi çözer" şeklinde deyimlerle güvenlerini ifade ettikleri tadirde o kişinin atama olmasa dahi informal lider konumuna girdiğini hep gözledim.
· Kurum içinde yetki delegasyonu, insiyatif verme, bilgi akışını kolaylaştırma, başarıya birlikte ulaşma imkanını verme ve başarıyı paylaşabilme, bireye güven, sevgi ve saygınlık kazandırır.
· Yumuşak yönetim ancak denetim sistemlerinin iyi işleyişine bağlı olarak kurumu başarıya götürebilir.
Yöneticiye rehber deneyimler
· Felsefeden bilim, bilimden teknik ve teknoloji, teknolojiden mal ve hizmet üretimi meydana gelir.
· Kurum, mensuplarının birbiri hakkında değil birbirleri ile konuşmaları ile güçlenir.
· Yöneticinin ana görevi adam yetiştirmektir.
· Adam yetiştirmenin en pratik yolu, delegasyon, otonomi vermek ve kararları aldırıp onaylatmaktır.
· En karlı iş dürüstlüktür. Dürüstlük eninde sonunda mulaka mükafat görür.
· Rakiplerinizi insan olsun kurum olsun hiçbir zaman yermeyin. Onlardan iyi iseniz daha iyi olduğunuzu biraz sözle fakat çoğunlukla hareketlerinizle ve yaptıklarınızla kanıtlayın.
· Çalışanlar dürüst olmalı, devamlı eğitime tutulmalı, kurum bilgileri konusunda ketum olmalı, dedikodudan kaçınmalıdır.
· Kurum içi iletişimi geliştirin
· Tenkit edilmekten kaçınmamalı; yapıcı tenkitler serinkanlı kabul edilmeli, alenen yapılmamalıdır.
· İnsanları seviniz. Dost çevrenizi genişletiniz. Dostlukları çıkarınız için kat'iyyen kullanmayınız. Dostu ancak haklı davanızı uygun kişilere anlatabilmek için kullanınız
Üst Ast ilişkilerinde harmoni
· Beyin fırtınası yapılarak kararın tüm ilgililerin katılımı ile alınmış görünmesi herkesi başarıya götürür.
· Alaycı, istiskal edici, astlarına ince zekası ile pusu kurup onları müşkül mevkiye sokan yöneticilerin başarılı olduklarına pek rastlamadım.
· Ben yerine biz ruhunu aşılayarak başarı veya başarısızlık ekibe mal edilmelidir.
Zihin Devrimi
· Devletin görevi herkese iş ve aş bulma değil, herkesin ürettiği mal ve hizmeti satabileceği ortamı yaratmaktır.
· Devletin, zümreler lehine teşvik, taban fiyat, şirket kurtarma gibi işler için vereceği paraların milletin parası olduğu unutulmamalıdır.
Ekonomi ve Siyaset
· Ekonomisi zayıflayan ülkeler, güçlü devletlerin politik baskılarına maruz kalırlar.
· Avrupa Birliği'ne giremeyişimizin olumsuz etkileri Türkiye-Mısır-İsrail-Filistin-Ürdün ekonomik ittifakı ile dengelenebilir. A.B.D. buna olumlu bakacaktır.
Resimli Çizgi Romanlar ve Karakter Oluşumu
· Resimli veya çizgi romanlar, çocuk yaştaki karakterin formasyonunda önemli bir rol oynarlar
· Çocukları genç yaşta tek adam egemenliğinden ekip çalışmasına yönlendirmek için, resimli veya çizgi romanlarda, tek başına çalışan kahramanlar yerine Tom Miks, Voltran gibi ekip çalışmasını örnekleyen takımlara yer verilmelidir.
Stratejik Planlama
· Stratejik planda kimin neyi, ne zaman, kaça, hangi imkanlarla yapacağı ardaşık olarak programlanmalıdır.
· Başarı, yapılanların öngörülenlere oranı şeklinde ölçülecektir.
İş Adamı ve Sanat
· İş hayatında başarı, mantıkla duyguların en iyi şekilde dengelenmesinin bir sonucudur, Matematik mantığı, sanat ise duygusal düşünceyi geliştirir.
· Firmalar büyüdüklerinde sanatı geliştirmeyi ve yaymayı bir sosyal sorumluluk olarak görmelidirler.
Genç yönetici adayları ile bir sohbet
· Yetenek, fırsat ve zaman üçlüsü başarının temelini oluşturur
· Yönetici, hedefi ve ona giden yolları belirleyen, bu yolları saptarken içinde bulunduğu durumun irdelemesini yapan, bu yollardan geçişin zamansal ve parasal plan ve programlarını düzenleyen, bu planları uygulayan ve bu uygulamada pratik zeka ve tükenmez enerjisini kullanan kişidir.
· Yönetici hedefe götüren yolları seçerken uygun bir ekibi bir araya getiren, bu ekibi ahenk içinde, sürtüşmeden koordine eden, işi yönetme hevesine kapılmadan kişileri yöneten ve bu konuda insan zaaf ve davranışlarını bilerek emrindekilere hedefi ve işlerini tanımlayarak hedefe varmalarını sağlayan kişidir.
· Üstün başarılar tolerans, alçak gönüllülük ve evrensel zihniyetle kabildir.
Kısa Kısa...
· İş hayatında mucize yoktur ve beklenmemelidir.
· Halka açılma, özelleştirme değildir. Yönetim özelleşmedikçe halka açılma bir aldatmacadır.
· Faizleri hükümet karaları ile suni olarak düşürmek tüketim artışına ve döviz darboğazına yol açar. Tehlikelidir. Faizler güdümlü değil de doğal olarak düşerse borsa canlanır, ekonomi rayına oturur.
· Yüksek öğrenimde üniversite araştırmaya, yüksek okullar uygulamaya, akademiler fikir bilimlerini geliştirmeye yönelik olmalı, eğitim programları farklılaştırılmalıdır.
Son söz............
· Karşılıklı anlayış ve işbirliği içinde yüce Atatürk'ümüzün "yalnız bir şeye çok ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak, milleti çalışkan yapmak, servet ve onun tabii neticesi olan refah ve saadet yalnız çalışkanların hakkıdır" vecizesini hatırlatarak sizleri parlak bir geleceğin beklediğine inanıyorum......

Yukarıdaki yazı Sn. Üzeyir Garih’in Deneyimler isimli 5 ciltlik kitabından alınmıştır

Geçmişte bir sayfa - Murat Gökdemir

Geçmişte bir sayfa
Murat Gökdemir

Eğer yapmayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız yapamazsınız
Henry Ford

Bu yazıyı ele aldığım günlerde, ABD’nin IRAK’ a saldırı hazırlığı ve savaş tamtamları yapılmaktadır. Şubemizin şantiye anıları üzerine bu yazıyı ele alırken geçmişe dönmek gerekti; 1970’li yıllarda (1976) Erzurum’da, Bayındırlık Bakanlığı’na bağlı olan Yapı İşleri Bölge Müdürlüğü’nde çalışmaktayım. Yine bu yıllarda doğu sınır kapıları olan komşu ülkelerden İran’a açılan Gürbulak kapısından söz etmek istiyorum...

Ağrı iline bağlı Doğubeyazıt ilçesinden geçerek gidilen Gürbulak gümrük kapısından geçmek için sıra bekleyen ve kilometrelerce kuyruk oluşturan tır ve kamyonları görmek her zaman mümkündü. Şahsen ben her zaman bu yöreye göreve gittiğimde, araçların (günlerce) bekleyerek oluşturduğu bu kilometrelerce kuyruklara hep tanık olmuşumdur. İşte o günlerin, böylesine yoğun, ticaret trafiğinin neden olduğu etkendir ki; adı geçen gümrük kapısına ikinci bir araç geçiş yolunun ( Kapı ) açılması gerekiyordu. Hani bir söz vardır! “ Emir büyük yerden geldi” gerçekten bize emir verildiğinde; yazı yüksek katlarda cumhurbaşkanlığından gelmişti. Dönemin cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk bir fiil ilgileniyor ve zaman zaman telefonla bilgi alıyordu.

Yukarı katlarda bunlar olurken, biz neler yaşıyorduk kime ne? Zaman kış, inşaat mevsiminde değiliz. Hele Doğubeyazıt’da iseniz hava sıcaklığının sıfırın altında eksi bilmem kaç dereceye düştüğünü söylemeye bilmem gerek var mı? aylardan Ocak veya Şubat...Erzurum’da bu görev bize verildiği zaman Yüksel ve ben bir araya gelerek bir çalışma yöntemi, daha doğrusu işin yapılacağı yer olan Gürbulak’a gidiş-geliş yöntemi üzerinde konuşmaya başladık. Çünkü Bölge Müdürlüğü’nde; haydi denildiğinde araç bulunamazdı, bulunduğunda ise yollar kapalı olabilirdi. Neyse, bir iki gün içinde görevlendirme işlemleri tamamlandı ve Yüksel’e (Yüksel KARSU İnş. Yük. Müh.) birlikte, araç kurumca temin edildikten sonra bir kış sabahı yola koyulduk. Önce Ağrı’ya buradan da ilişkiye geçmemiz gereken Ağrı valisi ve Bayındırlık Müdürü ile görüşüp inşaat yerine, sınır kapısına geçmemiz söylendi. Gerekli girişimlerde bulunarak bilgiler alındı ve yöntemler belirlenerek çalışma hazırlıklarına başlandı. Önce işin yapılma şeklinin “Emanet Komisyonu” marifetiyle yürütüleceği belirlendi. Yani işi, bizlerin fiilen yürüteceğimiz anlaşıldı. Demek ki biz bu karlı yollarda ve geçit vermeyen Tahir dağından daha çok gidip gelecektik...

İş başa düştü ya! Gidip yerinden neler yapılacağına bakıldıktan ve bazı röleve projelerinin hazırlanması kararları verildikten sonra birkaç gün içinde tekrar buluşmak üzere işyerinden ayrıldık. Artık nelerin yapılacağı belirlenmiş, yıkılacak ve yapılacak yerlerin röleveleri hazırlanarak bir aşamaya gelinmişti... Daha önceden belirlendiği gibi Danışma bürosu olarak kullanılan müstakil ( information ) kısım yıkılarak ikinci bir taşıt kapısı açılacak. Bazı yıkım işleri bittikten sonra; beton dökümünden tutunda duvar yapımı ve sıva işlerine kadar bir çok iş yapılacak. Yukarıda da yazdığım gibi mevsim kış, hava çok soğuk, eksi 15 ve 25 dereceler arasında değişiyor.

Çalışa tamamen açık sahada yapılmaktadır. Böyle olunca şantiyede bazı önlemlerin alınması gerekiyordu. Biz de oturduk neler yapılacağını kararlaştırdık. Bu şantiyede işlerin yürütülmesinde en büyük payı, dolayısıyla Ağrı’da bulunması nedeniyle yükün çoğunu o zaman Bayındırlık Müdürlüğü görevini yürüten arkadaşımız İnş. Müh. Ahmet KAYA’ya düşmekteydi. Ben, Yüksel KARSU ve Ahmet KAYA çalışacak ustaları yanımıza alarak; kış koşullarında nasıl beton hazırlanacağını, ne tür önlemlerin alınacağını, soğukta betonun priz tutmasının sağlanmasını hem anlatıyor, hem de tarif ediyorduk. Usta ve işçiler doğuda kışın inşaat işleri yapmadıklarından ( şantiyeler tatil edildiğinden ) beton ve harç hazırlanmasına soğuk bakıyorlardı. Kendilerine harçlara katılacak suyun, kesinlikle ısıtılarak katılacağını söylediğimizde biraz da şaşırarak yüzümüze baktıklarını hiç unutmam!.. Hemen bize söyledikleri “ O zaman bir ocak kurmamız ve yakacak bulmamız gerekiyor”. Bu sefer biz şaşırarak yanıtlıyoruz;” Merak etmeyin size bütün malzemeleri sağlayacağız.”

Bütün bunlar yapılırken çok da rahat değiliz. Bir taraftan Ağrı valisine, kendi amirlerimize dolaysıyla Bakanlık ve Cumhurbaşkanlığı’na işin seyri hakkında bilgileri, raporlayarak vermekteyiz. Biz Doğubeyazıt’ın o soğuk ayazlarında, dışarıda çalışan işçilerin, hem su ısıtmak, hem de ısınmak için yaktıkları ocaktan ısınmaya çalışarak işi bitirmeye çalışıyoruz. Çoğu zaman da kapağı Gümrük Müdürü’nün odasına kendimizi artarak ısınma ve dinlenme gereksinmemizi gideriyorduk. Güzel olan yanı; o zaman piyasada bulunmayan bazı tekel maddelerini gümrükten rahat temin edebiliyorduk. Üstelik piyasadan ucuz olması ve temin edilebilmesi bize bir ayrıcalık gibi gelirdi.

Erzurum’dan, Ağrı’ya oradan da Doğubeyazıt’ın Gürbulak sınır kapısına Yüksel’le birlikte çoğu zaman sabah çok erken bir saatte ( sabah 05:00-06:00 ) yola çıkar, gece geç saatlerde dönerdik. 20’li yaşlarımızı sürdüğümüz o sıralarda ideal genç mühendisler olarak yorulmayı, yakınmayı ve soğuk havayı düşünmeden büyük bir heyecanla şantiyelere giderdik. Benim bu anlattığımın dışında Ağrı’dan ayrı olarak Kars ve Erzurum merkez ilçelerinde de birçok şantiyelerimiz bulunmaktaydı. Bir gün yine bu iş hakkında Ağrı valisine (Adnan Darendelioğlu) bilgi verirken; bizi sevindiren, sevindirdiği kadar da kıvanç duyduğumuz şu sözü verdi: Benimle Yüksel’e dönerek takdir duygularını da belirterek “Sizi bu yazın bir haftalığına İran’a gezi yapmak üzere Pasavan (*) verip göndereceğim. Gider Tahran’ı görür gezersiniz...” 1976 yılının yaz ayları geldiğinde iş çoktan bitişti. Ben o yazın Erzincan Bayındırlık Müdürlüğü’ne atandığımdan; Yüksel ise kısa dönem askere alındığından; sayın valinin vermiş olduğu sözünü biz tutamamış olduk...

(*) Pasavan: Sınır ili valisince, sınır dışına kısa süreli yurttaşlar için düzenlenen izin belgesi.

İnş. Müh. Murat GÖKDEMİR

Aşağıdan kahkahalar artıyor, iniş bir türlü bitmiyor - Ayşe İREM MARO

Aşağıdan kahkahalar artıyor, iniş bir türlü bitmiyor
Ayşe İREM MARO

Hala öğreniyorum
Michelango

Altı yıl boyunca önemli bir uluslar arası inşaat şirketimizin merkez ofisi ve bazı şantiyelerinde çalıştım. Bu yılların mesleki deneyim açısından bana epey bir katkısı olduğunu söylemeliyim. Yurtiçi şantiyelerine geçmeden evvel yani ilk işe girdiğimde; şirketin yapılanması gereği merkezde bulunan Libya Projeleri Koordinatörü’ne asistanlık etme görevi bendenize aitti. İki aylık aralarla ya Satın Alma Müdürü’yle ya yine bu şantiyeyi takip eden makine ve elektrik mühendisleriyle, bazen de yalnız olarak Libya’ya, Al Jufrah bölgesindeki inşaata gidiyor; bir bir süre orada çalışıp dönüyordum. Aşağıda anlattıklarımı, sayısını hatırlamadığım bu gidişlerimden birisinde yaşadım.

Yine belli bir aradan sonra Libya’ya gitmişim. Lojmanıma yerleşiyorum. Şantiye müdürü ile kamptan 15-20 km. uzaklıkta şantiyeye gidiyoruz arabayla. Yol üzerinde “stüdyo” adıyla anılan-çünkü herkes burada “çölde sürünme” resmi çektirip ailesine gönderiyor.- dünyanın herhalde en güzel çöl görünümlerinden birine sahip olan bölgeden geçiyoruz. İncecik kumlar, rüzgarla sürekli biçim değiştiren sarı bej kum tepeleri. Bu kalite kumu ancak Çeşme’de görmüşlüğüm var. İnşaatı her gelişimde ilerlemiş görüyorum tabii. Hemen önce kendi kendime bir geziniyorum. On ayrı yapı var üçer ve dörder katlı. Hepsinin de kendine göre özellikleri var tabii. Asıl detaylı gezme işini ertesi sabaha bırakıp mimari ofis konteynerine gidiyorum. Çalışma ortamına dair ilk aklıma gelen, kum tanelerinin ‘printer’lerin içine dek dolmuş olması. Kapıların altından pencerelerin aralarından kum yağıyor içeri. Hem bilgi alıyorum, hem gevezelik ediyorum. Orada çalışanlarla iş ilişkisiyle dostluk ilişkisi arasında bir şey var aramızda. Bazen yakın, bazen uzak. Tabii onlar bütün o zor koşullarda devamlı çalıştıkları, üç günde bir mercimek ve kuru üzüm hoşafıyla beslendikleri için, arada sırada aralarına yolu düşen mimar İrem hanıma çok da sıcak bakmıyorlar muhtemelen.

Ertesi sabah bir ekip oluyoruz, iki Fillandiya’lı kontrol mühendisi, mimari ofis şefi, şantiye şefi yardımcısı, boya işleri taşeronu Şahin Usta ve benden oluşan. Şantiye şefi yardımcısı Ali benden birkaç yaş genç, güler yüzlü, esprili bir delikanlı. Bana da “ amca kız” diye isim takmış. Hemşeriliğimiz falan yok, o Karadenizli. Neyse bu kadroyla binaları bir bir geziyoruz. Zaten binalar birbirlerinden az farklı bir aşamada. Yeni başlamış olan traverten duvar kaplama işine, çatı izolasyonlarına, çatı süzgeçlerine falan bakıyoruz. Son olarak da daha betonarme evresinde olan bir yapının katları arasında dolaşıyoruz. Bu binada çatıya ancak daracık, dimdik bir şaft içerisinden, oraya dayanmış duran upuzun bir ahşap merdivenden çıkılabiliyor. “ Sen çıkma istersen İrem Hanım” diyorlar. Ben tabii asla geri kalmıyorum hemen atılıyorum. “ Yok canım ne var bunda “ diyorum. Çıkıyorum da. Yukarıda muhtelif kalasların üzerinden atlayarak geziyoruz, teftişimizi tamamlıyoruz. Sıra inmeye geliyor doğal olarak. Aynı şaftın içinden o meşum merdivenden aşağı inilecek. Erkekler iniyor sırayla. Ben de cesur bir şekilde bekliyorum. Gel gelelim, inme sahnem başladığında bende betbeniz atıyor. Bir kere merdivene yüzümü mü dönsem arkamı mı versem bilemiyorum. İki türlü de ineceğim uçsuz bucaksız dehliz aynı korkunçlukta. Her kafadan bir ses çıkıyor. “ Şöyle in İrem Hanım, böyle in..” Bağırıyorlar aşağılardan. Bir karar verip atıyorum adımımı. Lanet merdiven fena halde harekete ediyor. Derken fark ediyorum ki tek hareket eden o değil, ben de tir tir titriyorum. Aşağıdakiler katıla katıla gülüyorlar. Ben “Allah rezil oluyorum” diye düşündükçe daha çok korkuyor, daha çok titriyorum. Aşağıdan kahkahalar artıyor. İniş bir türlü bitmiyor. Düşmeden etmeden alt kata ulaştım ama nasıl sıkıldım nasıl utandım anlatamam. Artık biraz güldüm ben de kendi halime; biraz ciddiyetimi takındım onlar da takınsınlar diye.

Ayşe İREM MARO
Y. Mimar, İ.T.Ü.
Beykent Üniversitesi Öğretim Görevlisi

10*10 Ahşap Elemanlar - Ertan Akgürsu

10*10 Ahşap Elemanlar
İnş. Müh. Ertan Akgürsu

Sorunlar sadece iş giysisi giymiş fırsatlardır.
Henry J. Kaiser

Eskişehir Toprak Holding’e ait fabrika bina inşaatında 1996 bahar aylarında yaşanmış bir olaydır.

Daha önce dinamit atarak kırıcı ve riperlerle kazdığımız kayalık zemine, bir ara döşeme betonu atılması gerekiyordu. Bunun için kalıp hazırlandı, demirler döşendi, kalıp takviyeleri kayalık zemine oturtuldu. Beton dökmeye başlandı. Yaklaşık 40 m3 beton döküldükten sonra kaya zannettiğimiz zemin yağan yağmurun etkisiyle oturma yaptı. Bunun üzerine tüm betonu silkeleyip ( beton henüz prizini almamıştı ) demirleri çıkartıp kalıbı tekrar eski seviyesine yükselttik. Eğer kalıp takviye direklerini kayalık zemine değil de, zemine yatay döşenmiş 5*5 veya 10*10 ahşap elemanlara oturtsaydık noktasal yük binmesi olmayacak ve zeminde noktasal oturma yaşanmayacaktı.

İnş. Müh. Ertan AKGÜRSU

Hasır çelikleri sereken - Ertan Akgürsu

Hasır çelikleri sereken
Ertan Akgürsu

İşte tüm yaşamın anlamı: Zamanlama
Iacocca

Eskişehir Toprak Holding’e ait fabrika bina inşaatında 1996 bahar aylarında yaşanmış talihsiz bir olaydır.

Saha betonu atılmak için hazırlıklar yapılırken yaklaşık 1500 m2 alanın hasır çeliğini sertme işlemi devam ederken, hasır çeliğin altına serdiğimiz poliüretan folyonun da etkisiyle ani çıkan bir rüzgarda hasır çelikler henüz birbirine bağlanmadığından, bunların rüzgarın etkisiyle uçması sonucu birçok işçimiz hafif şekilde yaralanmıştır.

Bu da bize şu dersi vermiştir, geniş alanlarda bu tip işlerde demirlerin bir an önce birbirlerine bağlanması, gerekirse ikinci kat hasır çeliğin peşinsıra hemen döşenmesi gereklidir.

İnş. Müh. Ertan AKGÜRSU

Saraylı Mimarlık Dönemi - Ayşe İREM MARO

Saraylı Mimarlık Dönemi
Ayşe İrem Maro

Altın kural şudur herhangi bir altın kural yoktur.
Bernard Shaw

1991-1992 yılları. Çırağan Sarayı şantiyesindeyiz. Saray o yıllarda yeniden inşa edilerek içine suit odalar, çok amaçlı salonlar, dükkan ve restorantlar yerleştirildi. Oldukça feci bir dekorasyona maruz kaldı ve sonunda 49 yıllığına Lübnanlılara kiralandı.

Çırağan Sarayı restorasyonu adına yapılan bu işler kapsamında, bir tasarım (daha doğrusu çizim) grubu oluşturuldu. İşte ben de bu grubun mimarlarından biri olarak çalışmaktayım. Cad sistemleri yaygın değil henüz. En yaşlısı 30’undan fazla olmayan 10-15 kişilik bu Türk mimarlar grubu iç dizayn ve uygulama çizimlerini hazırlıyor; sahada yapılmakta olanlarla koordinasyon çalışmalarını sürdürüyoruz. Bizim dışımızdaki herkes yabancı. İşverenimiz bir Fransız şirketi. Muhtelif ülkelerden mimarlar; Fransızlar, Lübnanlılar, İngilizler, oraya nereden düştüğünü hiç anlayamadığımız İngilizcesi 10 kelimeyi aşmayan bir İtalyan şef, çok güzel gitar çalan Giuseppe, bir Alman. Ve daha kimler kimler. Sonradan Fransa’da gelin arabalarını süsleme işiyle iştikal ettiğini öğrendiğimiz bir hanım ayda bir şantiyemize gelerek saraydaki mekanların duvarlarının renkleri ya da kumaş kaplamaların renk ve desenleri konularında çalışmalar yapardı örneğin. Bir aşamada ortaklığı Amerikalı işçiler doldurdu. Evet o sırada yalnızca çelik strüktürü tamamlanmış olan, içi bomboş duran koskoca sarayda mavi baretleriyle iri yarı, göbekli Amerikalılar peyda oldu. Yerlere aks çizgileri çiziyorlar, bir şeyer taşıyorlar falan, sıradan inşaat işçileri yani... İyi de neden Amerika’dan?? bunu öğrenemedik ama iki ay sonra filan esrarengiz bir biçimde kayboldular.

Bu renkli atmosferde, çok eğleniyorduk tabii bir yandan çalışıyoruz bir yandan da muhabbet ediyoruz. Çalışma mekanımız da sarayın bodrum katında, kalın taş duvarlarıyla gerçekten de yapının orijinal kalmış bölümlerinden biri. (Sonradan dükkanların bulunduğu bir pasaj olarak düzenlendi.) yerlere uyduruktan koyu gri bir halı kaplanmış. Projeler, malzeme numuneleri, kablolar, ısıtıcılar ve biz kir pas, toz toprak içinde yaz demeden kış demeden çalışıyoruz. Bir sabah yine geldik masalarımıza yerleştik. Herkes başladı kendi sorumlu olduğu mekanlarla ilgili çizimlerine. Çok geçmeden kız arkadaşlardan birinden bir çığlık yükseldi. Kalemlerini ve çizim malzemelerini koyduğu çekmeceyi bir de açmış ki ne görsün. Çekmecenin içi hallaç pamuğu gibi atılmış. Hiç açmamış olduğu krakerlerin paketi küçücük bir daire şeklinde delinmiş içerisi unufak edilmiş. Birçoğumuzun yaptığı gibi öğle yemeklerinden sonra kullanmak üzere iş yerinde bulundurduğu diş macunu tüpü de yine küçücük delinmiş, macunlar çekmecenin içinde fiyonk fiyonk duruyor. Kızcağız dehşet içinde bağırıyor. Hayretler içinde anladık ki bu, arada sırada bir köşeden bir köşeye ışık hızıyla koşarken zorlukla tespit ettiğimiz minik fındık farelerinden birinin işiydi.

Tabii hemen şu espri ile bağladık bu olayı. Allahım bu saraylı fareler ne temiz terbiyeli hayvancıklardı. Karınlarını doyurduktan sonra dişlerini de fırçalıyorlardı!!

O ekipte çalışan kime sorarsanız sorun aynı şeyi söyleyecektir eminin, meslek hayatımın en sosyal, en eğlenceli dönemi, bu saraylı mimarlık dönemi olmuştur.

Ayşe İREM MARO
Y. Mimar, İ.T.Ü. 1987
Beykent Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Her yapı inşaatçılarla birlikte yaşar - Erhan Yekta Özütürk

Her yapı inşaatçılarla birlikte yaşar
Erhan Yekta Özütürk

Yaşam yetersiz önermelerden yeterli sonuçlar çıkarma sanatıdır.
Samuel Butler

Her yapı, inşaatçılarla birlikte yaşar.

İnşaat süresince geçen her gün, yapının ilerlediğini ve tamamlandıkça de güzelleştiğini görürsünüz.

Bütün yapıların, her birinin ayrı bir künyesi ve ayrı bir yapım tarzı vardır.

Çeşitli amaçlara hizmet eden bu inşaatların, tasarım ve uygulamaları, kolektif çalışma neticesinde meydana çıkar. Bu nedenle de, inşaata emeği geçenlerin, belli bir zaman birlikte yaşadığı, büyütüp güzelleştirdiği yapılarla ilgili anlatacakları olacaktır.

Ben de sizlerle, yapım tarzını ilginç bulduğum, Florence Nightingale Hastanesi ilave D Blok Kaba İnşaatı’nda ki anılarımı paylaşacağım.
İşin ilginç yanı, mevcut 3 katlı binaya, temas etmeden ve zarar vermeden, üzerine 5 kat çıkmak.

1993 sene sonunda, bu işin ihale aşamasından başlayarak, kesin kabule kadar geçen zamanda, sistem seçimi, kalıp dizaynı, planlama, inşaatın uygulanması, ve yönetiminden sorumlu mühendis olarak inşaatı ikmal ve teslim ettim.

İstanbul - Çağlayan’da Florence Nightingale Hastane binasına dik konumda ve hastane binasına bitişik, Kan Merkezi ve Laboratuar olarak kullanılan 3 katlı ( h=10.80m, 1 bodrum+2 katlı, 15.00x45.00 m. ebadındaki ) mevcut binayı olduğu gibi muhafaza ederek, üzerine ilave 5 kat çıkıldı. Mevcut binanın iki dış cephesinden, ( 1.00x1.20 m. ) BD kolonlar, 15.80m. yüksekliğe kadar, tırmanır çelik kapılarla betonu döküldü.

Temel üstünden 17.05 m. de bulunan yeni döşemenin BA kalıplarının dikmeleri, mevcut 3 katlı binanın üstüne oturtulmasına dahi izin verilmediğinden ve diğer katlarda da ölü yüklerin fazla olması nedeniyle bütün katın kalıbı ve doğal olarak da betonun ağırlığı bir alt kata taşıtılamadı.

Yüksekliği 1.60m., uzunluğu 22.00 m. olan çelik makaslar imal edilerek, karşılıklı her kolonun iki dış yüzüne özel çelik konsollar üzerine oturtulduğu Çelik konsollar, daha önce BA kolonlar içine bırakılan bulon muhafaza borularının içinden geçirilen bulonlarla, karşılıklı sıkıştırılarak tespit edildi. Makasların üzerine de BA kalıpları kuruldu. Beton sonrası, kalıpların sökülmesi, çelik makasların demontajından sonra mümkün olacağından, beton yükünün, makasları, geçici çelik konsola sıkıştırmaması için de konsolla makas arasına ufak adımlı krikolar konuldu. Krikoların boşaltılmasından sonra, çelik makaslar vinç yardımıyla kalıp altından çekilip, üst kata nakledildi. Her kat beton dökümünde aynı işlem tekrarlandı.

“Mühendis”in tarifini yalın bir ifade ile “edinilen teknik bilgi ve tecrübeyle, seçenekler arasından gerekli ve mümkün olanın en uygunuyla amaca ulaşmaktır” dersek, yukarıda anlatılan nadir olaylardan biri olsa da, şantiyede çok daha karmaşık problemlerle karşılaşabilirsiniz.

Yapılacak işleri planlayarak ve düşündüklerinizi teknik bilgi ve olanaklarınızla birleştirerek, şantiyede tatbik edilebilir ekonomik çözümler üretebilirsiniz.

Erhan Yekta ÖZÜTÜRK
Dipl.İng. 1963
Tel: 0 216 356 60 34
erhanozuturk@hotmail.com

Kaçlık Çivi - Hüseyin Kabahasanoğlu

Kaçlık Çivi
Hüseyin Kabahasanoğlu

Fethiye’de Letoonia Tatil Köyü İnşaatında otel şantiye şefi olarak çalışırken aşağıdaki olayı yaşamıştım.

Tatil köyü ve otelin yaz sezonuna yetişmesi için hummalı bir şekilde çalışıyorduk. Bütün personele işi zaman yönünden ciddiyetini anlatmış ve hiçbir gecikmeye tahammülü olmadığını sık sık tembih etmiştik.

Yer darlığından dolayı, işçilerin sağlık problemleriyle ilgilenmesi için kullandığımız “ Revir” ile “Depo şefin odası” yan yana idi. İşçiler kullanacağı malzemeyi depo şefine yazdırıp, imzalatıyor ve o kağıtla depoya gidip malzemeleri alıyorlardı. Bu yüzden “ depo şefinin odasının” önünde revire gelenlerle birlikte her sabah bir kalabalık oluşurdu.

İşte öyle bir günde bir işçi uzun müddet revirin kapısı ile depo şefinin kapısı önünde beklerken, depo şefinin dikkatini çeker ve aralarında şöyle bir konuşma başlar:

Depo Şefi: “Oğlum orada ne bekliyorsun?”
İşçi: “Çivi” diye cevap verir ve susar. Bu suskunluk uzayınca,
Depo Şefi: “Kaçlık çivi” diye sorar.
İşçi: “Bilmiyorum” der.
( Buna kızan şef )
Depo Şefi: “Git, ustandan öğren ne bekliyorsun” diye işçiye çıkışır.
( Bir müddet sonra işçi gelir.)
İşçi: “8’lik” diye cevap verir.
Depo Şefi: “ Ne kadar?” diye sorar.
İşçi: “1 tane” diye cevap verir.
( Bu cevap üzerine sinirlenen şef )
Depo Şefi: “ Yahu bir çivi için bu kadar beklenir mi? Koş depoya git, ordan versinler”.
( deyince sessiz duran zavallı işçi )
İşçi: “Ayağıma çivi battı da onun için revire gelmiştim” der.

O günden sonra şantiyede bu konu çok konuşuldu ve herkes ayağına batabilecek çivilerin ebatını öğrenmeye teşvik ( ! ) edildi.

Hüseyin KABAHASANOĞLU
İMO Oda NO: 8198 ( Ankara )
Tel: 0 212 217 40 18
Fax: 0 212 211 89 27

Kalfa ihtiyacın nedir? - Hüseyin Kabahasanoğlu

Kalfa ihtiyacın nedir?
Hüseyin Kabahasanoğlu

İnsanlar yalnızca görmeye hazır oldukları şeyi görürler.
Ralph Wakdo Emerson

1981-1982 yıllarında Libya’da El-Tamimi ve Um-Mirzan’da ANO İnşaatın şantiyelerinde çalışıyorduk. Ben daha küçük olan El-Tamimi şantiyesinin şefiydim. Olayda adı geçen Sinan Tibet de mimar olarak Um-Mirzan şantiyesindeydi. İşçilerimizin pek çoğu Karadeniz Bölgesinden gelmiş ve şiveleri tam Karadeniz şivesiydi.

Sinan haftanın belli günlerinde şantiyede kullanılacak olan malzemeleri, iş mahallinde kalfalarla tespit edip, ana ambardan veya en yakın şantiyeden temin etmekle görevli idi.

Yine böyle birgün şantiye kalfası olan Mahmut Kalfa’ya o haftaki ihtiyaçlarını öğrenmek için gittiğinde aralarında aşağıdaki konuşma geçmiş:

Sinan: Kalfa ihtiyacın nedir?
Mahmut Kalfa: Mühendis bey, çivi istiyorum. 6’lık 2 sandık, 8’lik 3 sandık, 10’luk 2 sandık.
Sinan: Başka, başka.
Mahmut Kalfa: Bir de onluk.
Sinan: İyi ya söyledin, yazdık. Daha niye bir daha 10’luk istiyorsun?
Mahmut Kalfa: Mühendis bey, onluk, onluk diyrum sağa. Anlamiy misun?
Sinan: Anladım, 2 sandık 10’luk çivi istiyorsun.
Mahmut Kalfa: Hayır, hayır ben onluk istiyorum. Onluk.
Sinan: Anlamadım. Yahu 2 sandık 10’luk çivi yazdık ya.
Mahmut Kalfa: Anlamıysun. Ben çivileri koymak için ONLUK istiyorum. ONLUK, ONLUK deyince Sinan’da can mı kalır, kağıdı, kalemi yere atmış.

( Garibim Mahmut Kalfa çivileri koymak için ÖNLÜK istiyormuş. )

Hüseyin KABAHASANOĞLU
İMO Oda NO: 8198 ( Ankara )
Tel: 0 212 217 40 18
Fax: 0 212 211 89 27

Çelik makaslarla geçilen 25m’lik açıklık - Coşkun ÇAĞLAR

Çelik makaslarla geçilen 25m’lik açıklık
Çoşkun Çağlar

Düşünme olmaksızın öğrenme emek kaybıdır. Öğrenme olmaksızın düşünme ise tehlikelidir.
Confucius

Sayın Başkan Değerli üye meslektaşlarım. Şu şantiye anıları konusunu kim ya da kimler düşündü ise şahsen ben gönülden kutlarken bu güzel projeye, 30 yılı aşkın zaman diliminde onlarca anıdan bir anıyla katılmayı görev sayıyorum.

Yıl 1975 köykobir ( köy kalkınma ve diğer tarımsal amaçlı kooperatifler birliği ) ve Köy İşleri Bakanlığının bir yatırım olan Giresun Yonga Levha Fabrikası’nı yapıyorum 25 m. Açıklığı çelik makaslarla geçmeyi planladık. Tabiidir ki zati yükü azaltmak için profiller minimum kesitte düşünüldü. Düzlem kafes şeklinde inşa edeceğimiz çatı makasları için bu konuda deneyimli taşeron firma arayışına girdik. Sonuç olarak işi Samsun’lu Şaban usta diye birine verdik. Adam sanayideki dükkanını ve elemanlarını yani Atölyesini olduğu gibi Giresun’a şantiye alanına taşıdı.

Şaban usta ciddi görünüşlü sert yüz hatlarına sahip fakat görünüşünden beklenmeyecek kadar da esprili biraz da burnundan konuşan 50 li yaşlarında biri.

Şantiye sahasında betondan bir platform hazırlattım. “Şaban usta beraber bir şablon makas hazırlayacağız sen devam edeceksin” dedim. Betona makası bire bir ölçeğinde çizdim, o da kendine göre çok özenli bir şablon makas yapmış. Gayet güzel kaynak çapaklarını temizlemiş ve bitirdiği makasın çok özel bir numune olduğundan o kadar emin ki eserini göstermek üzere beni kontrol için davet etti.

“Şaban usta maalesef olmamış” dedim. Tabii çok bozuldu. Nedenini biraz da onun anlayacağı dille anlatmaya çalıştım. Dikme ve diagonallerin tarafsız eksenlerinin, alt başlık çubuğunun tarafsız ekseni ile düğüm teşkil ettiği noktanın, alt başlık tarafsız ekseninin dışına düşmemesi gerektiğini ve nedenini anlatmaya çalıştım. Zannediyorum dördüncü denemede falan olacak, çelik şantiyesine gidiyorum Şaban usta beni görmedi ve adamlarına “ Yahu bu çocuk beni katil edecek” diyor. Birden beni karşısında görünce kızardı, bozardı. “Usta hadi çek silahını karşındayım, şu işi bitir, benden kurtul” dedim. “Gusura kalma mühendis bey biz cahil adamık, öylesine ağzımdan çıktı” dedi. 8. denemede işi yaptık. Hazırlanan makasları aksların arasına taşıttım. Makasları 6.5 m. yüksekliğe kaldıracağız, bir de makasların kendi yüksekliği var. Fakat Giresun’da bu işi yapacak vinç bulamadık. Ustaya bum yaptırdım, makasları akslara dağıttık. Usta sakın yarın ben gelmeden yukarı çekme dedim. Ben kuruluşun lojmanında kalıyorum. Gece sabaha karşı 03:00 civarında bir yandan kapı yumruklanıyor, bir yandan da zil çalıyor. “Ne oluyor, kim o” dedim. Şaban ustanın sesini duydum. “Kalk beyim ben mahvoldum” diyor. “Ne oldu usta, ölen yiten mi var” diyorum. “Daha da kötüsü mühendis bey” diyor. Meğerse bana sürpriz yapmak için makaslardan birini yukarı çekmeye kalkmış. Tabii makas katlanmış. “Hadi git şimdi, problem değil hallederiz” diyorum ama adam ben mahvoldum diye başını duvara vuruyor. Sabah kalktım şantiyeye gideceğim, kapıyı açtım ki Şaban usta kapının önüne çökmüş öylece beni bekliyor. Gittik ağırlık noktalarından makası bağladık, yukarı çekip başlıklara yerleştirdik. Adam sahada iki tur attıktan sonra elime sarıldı, sen benim hayatımı kurtardı, ver elini öpeceğim.

“Akşam Çakır’ın yerinde sana mangal yakacağım” diyor. (Çakır limanda bir et lokantası). O günlerde Giresun Kapalı Spor Salonu yapılacak ve salonun çelik çatı işi için ehliyetli taşeronlar aranıyor. Bizim Şaban usta da işe talip olmuş. Bayındırlıkta işe talip olanlar arasında bir seçme yapılacak, sıra Şaban usta’ya gelmiş. “ Usta nasıl? Yapabilecek misin?” deyince bizim usta hemen dikme, diyagonal, tarafsız eksenden girince, ‘usta sen teknik adam mısın?’ diye sormuşlar. Usta “Ne teknik adamı beyim. Benim profesörüm var. Ben elli yaşından sonra ondan mesleği öğrendim” demiş. “Yahu kim senin şu profesörün” demişler. O da “Sunta fabrikasının mühendisi Coşkun Bey” demiş tabii. Orası küçük yer tüm meslektaşlar birbirini tanıyor. Gülmüşler ve “Usta tamam iş senin git hocanın elini öp” demişler. Usta şantiyeye geldi illa ver elini öpeceğim diye dakikalarca beni çekiştirdi.

Öldü ise Allah Rahmet eylesin yaşıyorsa hep ona yakışır bir şekilde esprili ve mutlu yaşasın.

Coşkun ÇAĞLAR
Oda No: 8575

Adres:
Osmanağa Mah. Süleymanpaşa Sok.
No: 64 / 4 Kadıköy / İstanbul
Tel: 0 216 449 07 16-17
Fax: 0 216 418 07 96
e-mail: yapitmimarlık@hotmail.com

Yeri değiştirilen ağaç - Firüzan Baytop

Yeri değiştirilen ağaç
Firüzan Baytop

Bitkileri sevmekle başlamalı, gerçek sevgiyi öğrenmeye
Gudjieff

Ataköy 2. Kısım inşaatına, bankanın bize sağlayabildiği finansmanın verdiği olanaklar hızında, devam ediyoruz. 3 ve 5 katlı blokların kaba inşaatlarını tamamlamışız, yüksek katlıları tamamlamaya çalışıyoruz.

Artık sıra merkezi çarşı inşaatına geldi. İşin başından itibaren mümkün olduğunca arazinin doğasını bozmamaya, ağaçları korumaya çalışıyoruz. Zorunlu olarak bir ağacı kesmek durumunda kalırsak hemen en uygun yere yeni bir ağaç dikiyoruz. Ağaçlar fideliğimizde hazır.

Ancak çarşı inşaatımızda durum farklı. Kocaman bir ağaç, çarşıda birbirine zıt ikişerli blokları birbirine bağlayan saçağın tam altına rastlıyor. Bu bir çitlembik ağacı. Keseceğiz çaresiz diyorlar. Soruyorum kaç yıllık diye, 30-35 yaşlarında diye tahmin ediyorlar. Kıyamıyorum, elbette bir çaresi vardır kurtarmanın, olmalıdır. Çaresi, ağacı yerinden kaydıracağız.

Önce ağacın üst bölümünü yanlardan ve tepeden traşlıyor, ağacın çevresinde 2,5x2,5m. toprak kalacak şekilde 2m. derinliğinde kanal açarak, ağacı kök toprağı ile birlikte ana topraktan ayırıyor, dört yandan ağacın altını da bir miktar oyuyoruz. Şimdi sıra ağacı çekmede.

Ağacın kök toprağını, dağılmaması için 3-4 sıra çelik kablo ile çemberliyoruz ve ağacı bu kablolardan bir D.9 paletli dozer ile kanal boyunca çekmeye başlıyoruz. Ancak çek allah çek, ağaç 30 derece şakulden eğildiği, kökün bir kısmı yukarı kalktığı halde yerinden kıpırdamıyor. Ağacın kökünün yukarı kalkan bölümünün altına bir bakıyoruz ki diklemesine derinlere inen kalın bir kökü yok muymuş. Neyse bu kökü kesiyor ve ağacı kanal boyu 15m. yana çekiyoruz.

Şimdi, 2001 yılında bu ağaç 70-75 yaşlarında olarak etrafa güzellik ve serinlik saçıyor. Siz olsanız bundan mutluluk duymaz mısınız?

“Bitkileri sevmekle başlamalı” diyor Gudjieff, “gerçek sevgiyi öğrenmeye” Haksız mı?

Firüzan Baytop
Y.Mimar

Kazık tabanının azizliği! - Firüzan Baytop

Kazık tabanının azizliği!
Firüzan Baytop

Bana bir dayanak gösterin, dünyayı oynatayım.
Pitagoras Yunan Matematikçi

Ataköy 2.kısım inşaat alanımızın, Kuzey - Güney yönünde orta bölümü yüksekçe, Doğu ve Batısı eski dere yatağı.Sağlam zeminde olan 3 ve 4 katlı binaları tekil sömelli, 13 katlılar ile denize bakan ön sıranın ortadaki 10 katlı üç adedini de radye temelli olarak yapıyoruz. Ön sıranın Doğu ve Batı yönlerindeki ikişer adedini de kazık temelli yapacağız. Kazıkları “Fore kazık” olarak Fazıl İ. Verdi firması yapacak. Müdür Peyami, şantiye şefi Natık beyler.

O zamanlar Rotary deliciler pek bulunmuyor. Firma kılıf çakma, içini oyma işlerini basit yuvarlak ağaçlardan üçayak sehpalı şahmerdanlarla, çevreyi çamur deryasına çevirerek , kısa sürede tamamlıyor. Şimdi sıra deneylerde. Her binanın seçtiğimiz bir kazığında “Yükleme deneyi” yapacağız. Deneylerin üçü başarılı oluyor, ancak sonuncusunda problem çıkıyor. Kazığın oturması bir türlü durmuyor. Oysa şartnamemize göre delmeler som kayayı bulana kadar sürdürülecek ve kayanın içine de 80cm. Girilecek. Bu durumda deneme yükünde oturmanın durması/ duralaması gerekirdi. Deneyi durduruyor, kazı profillerini tekrar gözden geçiriyoruz.

Görüyoruz ki bu kazık kayaya 80cm. değil 20cm. girmiş. Soruşturuyoruz. Sondör kayayı bulduktan sonra bir türlü 20cm. den fazla delememiş. Bu som kayadır diye delme burada kesilmiş. Çaresiz o kazığın yanında bir sondaj yapmaya karar veriyoruz. Sondajda görüyoruz ki bulundu denen sağlam zemin som kaya değil 1.20m. kalınlığında bir kaya tabakası imiş. Altında 1,0 m. lik bir kil tabakası var, som kaya ondan sonra başlıyor. Sondör baltayı kayaya vurdukça, altı yumuşak olan kaya tabakası titreştiğinden oyulamıyor ve delme 20cm. de kesiliyor.

Deney yapılan ikili kazık grubunun yanına, ara kaya tabakasını geçip gerçek som kayaya oturan, iki yeni kazık usulünce yapılıyor. Bu kazıkların bedelini, hatırladığım kadarı ile Verdi’ye vermedik. Bu onların kusuru idi, kuşkusuz.


Firüzan Baytop
Y.Mimar

Siyah renkli plâka - Firüzan Baytop

Siyah renkli plâka
Firüzan Baytop

En soluk mürekkep, en iyi hafızadan daha kalıcıdır.
Çin Atasözü

Ataköy 2. Mahallemizin çarşısını da tamamlamıştım. Amerikalıların Hollwod uygulamasından esinlenerek çarşının uygun bir yerinde yanyana beton plâkalara inşaatta çalışan mimar ve mühendislerin el izlerini alıyor, isimlerini yazıyordum. Bir gün ilgili formen Halim’den siyah renkli bir yer hazırlamasını ve beton sertleşmeden bana haber vermesini istedim. Az sonra yerin hazır olduğunu haber veriyor. Yanımda bir misafirim var, ben kasten oyalanıyorum. Halim kısa aralıklarla geliyor, betonun sertleşmeye başladığını, gecikirsem artık üzerine yazı yazılamıyacağını hatırlatıyor. Sonunda “Tamam” diyorum. “Betonun üzerini perdah edin, öylece kalsın. Bir süre tahminler yapıldıktan sonra herkes anladı tabii. Bu siyah plâka elbette “Rahmetli Menderes” içindi.

Mahalle hak sahiplerine teslim edildikten 30 yıl kadar sonra (Ben de orada oturuyorum) bir gün çarşıda dolaşırken bizim isim plâkalarının üzerinde, yanındaki bakkalın hoyratça ambalaj sandıkları kırdığını görünce tüylerim ürperiyor. “Ne yapıyorsun” diye haykırarak adamın üzerine yürüyorum: “Burada, bu mahalleye emek verenlerin, bugün ölmüş olanların ruhları dolaşıyor”.

Allaha şükür bugüne kadar bu isimleri koruyabildim. Benden sonra ne olur bilemem. Allahtan yaşayanlara sağlık ölmüşlere rahmet dilerim.

Firüzan Baytop
Y.Mimar

“Impossible n’est pas Français” (İmkansız Fransızca Değildir) Firüzan Baytop

“Impossible n’est pas Français”
(İmkansız Fransızca Değildir)
Firüzan Baytop


Bu sözü Napolyon söylemiş, “İmkânsız Fransızca değildir.” Sonradan Alarko’da patronum olan Üzeyir Garih de – sanırım bu sözden esinlenmiş - bize hep söylerdi: İmkânsız şey yoktur, kabul etmiyorum.”

Bursa çarşısı inşaatı, 1958 yılı sonbaharı yanan çarşının yerine Emlâk Bankası adına 3 yerde 900 dükkân inşa edeceğim. Bütün hazırlığımı yapmış, inşaatı 8 taşerona, malzemeleri de gene 8 malzemeciye ihale etmişim. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, bakanlar, milletvekilleri dahil büyük kalabalığın katıldığı temel atma töreninde Adnan Menderes (Kendisi ile Ataköy 1. Kısım inşaatından tanışıyoruz) uzaktan bana soruyor: “Şef, ne zaman bitireceksiniz?” diye. “Üç ayda” diyorum ve Menderes, parmakları ile göstererek, Bursa’lılara müjdeliyor “Tam üç ay sonra bugün dükkânlarınızı size teslim edeceğiz. Alkışlar, alkışlar…

Büyük bir hızla işe girişiyorum. Zamanın Bursa Valisi İhsan Sabri Çağlayangil bizimle pek ilgilenmedi ama doğrusu Belediye Reisi Reşat Oyal’ın çok yardımları oldu. Kolay değil üç ayda 1-3 katlı 900 dükkân, 27000 m2 de yol yapılacak. Gece proje çizip gündüz inşa ediyoruz. Ancak mevsim sonbahar. Tam tuğla duvarları çatı betonu altına kadar çıkmışız, Bursa’nın o meşhur lodosu esip pek çok serbest duvarımızı yerle bir ediyor. Hükümet adına bu işi Devlet Bakanı Medeni Berk izliyor. Ben her hafta ilerlemeleri kendisine bildiriyorum. Son raporumda da – çaresiz – kötü haberi yazıyorum: “Çoğu duvarımız lodostan yıkıldı.” İmkânsız gibi görünüyor ama güvenceyi de veriyorum: “Herşeye rağmen inşaatı üç gün sonunda tamamlayıp teslim edeceğim.”

Ve de ettim. Hem de yolları, ağaçları, çim alanları ile. Herkes de şaştı. Zamanın demokrat hükümetinin amansız muhalifi Akis dergisi bile açılıştan birkaç gün sonraki sayısında şöyle yazıyordu: “Hayrettir, Demokrat Parti ilk defa bir sözünü, hemde tam zamanında yerine getiriyor” (Plaj inşaatı gibi Bursa çarşılarını da 3 ayda tamamlamamdaki hız, bana ün kazandırdığı gibi artık benim için bir amaç oldu. Ömrüm boyu hep aceleci idim, hep hızı kovaladım. Çünkü hız, süresinden önce bitirme, direkt kârlılıktır. Fevzi Akkaya boşuna söylememiş, “Fiyatların ne kadar iyi olursa olsun güvenme, fiyatı bırak hıza bak” diye)

Ben bir mükâfat bekliyor değildim. Ama olmazı olur yapmanın karşılığı kısa sürede geliyor. Ataköy 2. kısım şantiye şefliği.

Firüzan Baytop
Y.Mimar

Unutulan Balkon! - Firüzan Baytop

Unutulan Balkon!
Firüzan Baytop

Deneyim hatalarımıza verdiğimiz addır
Oscar Wilde

İlk şantiyem “İstanbul da Ankara Evleri Kooperatifi” inşaatında çalıştığım toplam 1,5 yıldaki iyi kötü anılarım pek çok. Hatırladıkça zevkleniyor, seçmede zorlanıyorum.

Bir gün tam akşam paydosunda kontrolumuz sınıf arkadaşım Ercümend Bigad zaman zaman yaptığı gibi, bir kaç arkadaşına inşaatı gezdirmek üzere sahaya çıkıyor. Beni de istiyorlar, önlerine düşüyorum.

Birkaç binayı gezdirdikten sonra önümüze o gün az önce 1. kat döşemesini döktüğümüz bina çıkıyor, birden irkiliyorum. Binanın deniz tarafında olması gereken balkon yok! Aman kontrol fark etmesin, dilinden kurtulamam. Onları bir bahane ile başka bir yöne çeviriyor hemen kalfaya haber salıyorum.

Kalfalar ve işçiler zaten şantiyede yatıyorlar. Hemen hepsini topluyorum. Proje solmuş, (O zamanlar ozalit makinesi falan yok. Kopyaları güneş ışığı ile çekiyor, renklenmesi için amonyak kaynağı olarak helâyı kullanıyoruz. Tabi kötü çıkıyor ve çabuk soluyorlar) balkon pek belli olmuyor. Demirciye soruyorum “bazı demirler arttı” diyor. Hemen hazırlık, ışık falan, balkonun gerisindeki 1-1,5m. taze betonu sıyırıp kalıbı-demiri tamamlayıp 2 saat içinde betonu döküyor, üst yüzündeki ek yerine de birkaç tuğla dizerek ek yerini gizleyip derin bir oh çekiyoruz.

“Kur sofrayı Osman efendi, şimdi içilir işte”.

Yıllar sonra Ercüment önce Bursa çarşıları, peşinden Ataköy 2. Mahalle inşaatında yeniden benim yanımda yardımcım olarak çalışırken, olayı anlattığımda “Ertesi gün durumu çaktım” dediyse de ben pek inanmadım, ayıbımızı ondan gizleyebilmiştik.

Firüzan Baytop
Y.Mimar

1/25.000 veya 1/50.000 - Mehmet Özçakır

1/25.000 veya 1/50.000

Her eylemin atası bir düşüncedir.
Ralph Waldo Emerson

İmar planlarının ölçeği 1/1000’den başlayarak, 1/100.000 ölçeğine kadar değişken olduğunu Şehir Plancıları ve Mimarlar uygulamalarından anımsarlar.

Bir Büyükşehir Belediyesinde vatandaşın arsasına yapacağı inşaat başvurusunu inceleyen teknik elmanlar 1/25.000 plandaki yerine bakalım; yok 1/100.000’lik planda şu bölgeye kalıyor, 1/1000’lik planda yola terki var gibi değerlendirmeler yaparken, öğle tatili nedeniyle merdivenlerden aşağıya inen vatandaş yanındaki arkadaşına “şu işe bak kardeşim, güpegündüz Belediyede 100.000, 50.000 rüşvet istiyorlar (yıl 80’li yıllar, memur maaşı 15.000 TL’dır)

Mehmet Özçakır
İnşaat Mühendisi
0532 372 26 27
PK 110
09002 AYDIN
mehmetozcakir@hotmail.com

15 dakika çalıştır, 15 dakika dinlendir - Yelda Temur

15 dakika çalıştır, 15 dakika dinlendir

Problemlerin ana kaynağı çözümlerdir.
Eric Severid

Ben Yelda Temur İnşaat Teknikeriyim, halen özel bir firmada görevimi severek yapiyorum. İlk deneyimim olan bir firmada bana oldukça fazla güldüğüm bir anısını anlatmıştı bir ustamiz.

Yeni bir şantiye açmışlar bölgesini bilemediğim bir yörede temel kazıları sırasında sert kayalık bir zemine denk gelmişler oldukça da geniş bir alanda imiş kazı, bir deliciye ihtiyaçları olmuş kiralamak istemişler ilk etapta sonra kiralamaktansa almak daha hesaplı gelmiş. Oldukça pahalı bir makina gelmiş şantiyeye müteahhit sıkı sıkı tembihlemiş "bakın bu çok pahalı bir alet dikkatli kullanın" makinanın üzerinde 15 dakika çalış 15 dakika dinlendir yazıyormuş. Bizim akıllı personel 15 dakika bir kişi çalışmış 15 dakika biri yorulmamışlar hiç, doğal olarak makinanin motoru yanmış kıyametler kopmuş şantiyede.....

Düşünenize Osssmaaann gel benim 15 dakka dolduuu.

Yelda Temur
İnşaat Teknikeri
yeldatemur@hotmail.com

Betonun içindeki demirler neden eksilir? - Hayrettin NUHOĞLU

Betonun içindeki demirler neden eksilir?
Hayrettin NUHOĞLU


Acelecilik yavaşlatır
İngiliz atasözü

İstanbul – Suadiye’de 1991 yılında müteahhidi olduğum özel konut inşaatında geçen bir anımı kısaca anlatmak istiyorum.

Şantiyede teknik uygulama sorumluluğunu üstlenmiş bir inşaat mühendisi devre arkadaşım, şantiye şefliği yapıyor. Mühendis olmayan kardeşim de mali ve idari işleri yürütüyor. Güvendiğim çalışkan ve becerikli bir kalfamız var. Çalışan kadro, uyumlu ve huzurlu.

Zemin sağlam, proje yönetmeliklere uygun, malzeme kaliteli, işçilik çok iyi. O halde uygulama da iyi olursa herşey çok iyi olacak. Öyle de devam ediyor.

İnşaatçılıkta beton günü çok önemlidir. Beton dökülme işi bitip son mastar çekilince bütün yorgunluk unutulur. O an ki zevk ve rahatlık tarif edilemez.

O sabah her beton öncesi olduğu gibi çok erken saatte şantiyeye geldim. Şantiye şefine, kardeşime ve kalfaya güveniyordum ama gene de birgün önce herşeye dikkat etmelerini, betondan önce de tekrar kontrol etmelerini tembihliyordum. Erkenden gelmiş olan beton pompa aracının yerleşmeye çalıştığını ve dolu beton kamyonlarının ve ekibin hazır beklediğini gördüm. Son bir defa demir ve kalıba bakmak için dolaşmaya karar verdim. Sonbaharda uçuşan yapraklar genellikle kolon diplerinde yoğunlaştığı için tekrar temizlenmesi gerekir diye düşünürken demirlere gözüm takıldı. Bir eksiklik hissettim. Projeyi isteyip baktım. Yanılmamışım. Perde ve kirişlerdeki demirler eksik, özellikle deprem ilaveleri yoktu. Ama böyle bir şeyin olması imkansızdı.

Yetkili herkesi topladım ve kısa bir konuşmadan sonra durumu açıklığa kavuşturdum. Çok güvendiğimiz kalfa, demirleri çıkarmıştı. İşte kendisine göre mazereti: “ Efendim, demirler zaten çoktu. Hem bu kadar sık demirlerin arasından beton geçmiyor. Altta boşluklar kalıyor. Bu kadardan bir şey olmaz. ”

Vibratör kullanmayı birçok kalfa ve işçi sevmez. Onun için de betonun sulu gelmesini isterler. Ona dikkat edildiğini bildiğim için bizim kalfa başka bir yol denedi. Bütün kontrollerden sonra çıkardığı demirlerin farkedileceğini nereden bilebilirdi ?

Oysa yapı üretim sürecinde görev alan herkes ahlaklı olmak zorundadır. İşini seven akıllı ve becerikli insanlar sadece kendilerine değil yöremize, ülkemize ve milletimize de faydalı olurlar.


08.02.2003
Hayrettin NUHOĞLU
İnşaat Mühendisi – İşletme Uzmanı
İMO 9698 - 22686

Betonlar üzerine - Necip GÜVEN

Betonlar üzerine
Necip Güven

Öğretilen şey unutulduktan sonra kalan, eğitimdir
B.F. Skinner

1972 yılından beri, dergilerde ve gazetelerde sürekli yazıp çiziyoruz. Yapı malzemelerindeki kalite bozukluklarını ve uygulama hatalarını; tüvanan malzemenin granüle olmayışından, yani betonun, kum ve çakılının granülümetresinin incelenmeden beton imal edilmesinden tutun da, inşaatta kullanılan betonarme demirinin kimyasal ve mekanik özelliklerinin standartlara uymaması. Demirin karbon miktarının çok yüksek olması, dolayısıyla sünme özelliğinin azalması ani kırılgan olması bükülürken zor bükülmesi ve çatlaması gibi kusurlarını içermektedir.

1972-1980 yılları arasında betonlarda yapılan bir araştırmada,beton mukavemetleri özel inşaatlarda, tasarım mukavemetinin %20 si civarındadır. Kamu inşaatlarında bu kalite bir miktar yükselmesine rağmen yine de çok düşüktür.

Burada bir anımı anlatmadan geçemiyeceğim, çünkü betona bağlayıcı özelliğini veren çimento ile ilgili olduğu için çok çarpıcı bir örnektir. 1978-1979 yıllarında inşaat mahallinde hazırlanan B225 kalitesindeki (BS 18) bir beton imal etmek için Kum/Çakıl/Mıcır karışım oranları ve su/çimento oranları; olabildiğince itina ile hazırlandıktan sonra beton için fabrikadan günlük çimento sipariş edilmiş, kontrole geldiğimde önce çimentoya baktım. Tesadüf bu ya torba sıcaklığı dahi soğumamış çimento paketinin içinden iri parçacıklar çıktığı gibi Klinker de tam olarak öğütülmemiş bulgur tanecikleri gibi parmaklarımız arasında yuvarlanmakta idi. Oysaki herkesin bildiği gibi çimento, kaba tabiri ile un şeklinde olmak icap ederdi. Ayrıca bunun da üstüne üstlük Fabrikanın kendi laboratuvarlarında çimento karışımlarının sıkça tahlil edilmediği ve dolayısı ile çimentoda bulunan ve alcı tabir edilen (Jips) oranının yüksek olduğu çimentolara da rastlanmıştır. Bu malzeme de suya haris bir malzeme olduğundan, rüzgar ve aşırı sıcak olmamasına karşın taze betonun yüzeyinde gelişigüzel çatlaklar, yarılmalar husule getirmektedir. Dahasını da söyleyeyim ki klınkeri tamamen bozuk çimentolara da şahit olmuştum.

*** ***
Yukarıda da bahsettiğim gibi bir betonarme yapının ana malzemesi olan kum + çakıl, demir ve çimentonun uygun nitelikte olmadığı ve bu nedenle de hazır beton santrallarının kurulması gerektiğini de her fırsatta ve her ortamda dile getirdik, yazdık çizdik ta ki 1980 li yıllara kadar. Denetimin ne kadar önemli olduğunu her fırsatta vurguladık. Kalifiye eleman yetiştirmenin önemine dikkat çektik. Sertifikalı ve eğitilmiş ara eleman yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu hep anlata geldik.

1980’li yıllardan sonra beton santralları kurulmaya başlandıktan sonra yapıların daha bir kaliteli olacağı ümidi yeşerdi içimizde. Denetimsiz yapılarında betonları sağlam olacaktı! (Çünkü etkin denetleme yoktu, kaçak çoktu) hiç olmazsa insanlar daha bir güvende olacaklardı! hep yetkililerin dikkatlerini çekmek istedik. Çağrıda bulunduk, çelik fabrikalarının ve çimento fabrikalarının denetimi için.

Ancak günümüzün problemlerinden birisi de beton santrallarının denetimi konusudur. Bugün yeterince denetlendiği kanısında değiliz beton santrallarının. Çoğu kez karşılaşıyoruz betonlarda kalite düşüklüklerine. Bu durumlarda çareyi; beton santralını değiştirtmekte buluyoruz, kolayımıza bu geliyor. Çünkü denetimin bireysel olmadığı, yaptırım gücü olan, kurum ve kuruluşlarda olduğuna inanıyoruz. Ne varki bu kamu denetimi yapan kuruluşlar yıllardan beri hep kulaklarını tıkadılar, yazılanlara çizilenlere hiç aldırış etmediler. Deprem ile ilgili tüm düşünce ve kaygılarımızı da yine 1972 yılından beri hep yazıp, konuşup, tartışmaktayız.

Ne acıdır ki 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden tam 20 yıl önce yazıp, konuları ve önerileri genel anlatım kuralları içerisinde tüm yönleri ile yalın ve çarpıcı bir şekilde gözler önüne serip ilgililerin dikkatine sunmamıza karşın hiçbir kurum ve kuruluş aldırış etmemiştir. Bu konularda önlem alması gerekenler, bir vurdum duymazlık içerisinde olmuşlardır.

Ne var ki 17 Ağustos 1999’da ki o malum deprem olduktan sonra bir gayret içerisine girilmiştir. 20 yıl önce vurguladığımız konular bire bir gündeme gelmiş ve sorunların 20 yıl önce yazdıklarımızla ayni şekilde devam ettiği acı bir gerçek olarak önümüze çıkmıştır. Bu Gölcük depremi bazı hususların öne çıkmasına bir vesile olmuştur. Denetimin ve betonun ne kadar önemli olduğu bir kere daha ön plana çıkmıştır.

İSO 9001 belgeli hazır beton santrallerinde kimyasal analizlerin her yıl belirli adette tekrar edilmesi zorunluluğu vardır. Ancak belgesi bulunmayan santrallerin kim tarafından ya da hangi kuruluşlarca nasıl denetleneceği, zorunlu olan bu kimyasal testlerin yapılıp yapılmadığı tartışma konusudur. Her ne kadar yapılan ölçümlerde klor yüzdeleri belirli sınırlamalar içinde kalsa da nem yoğuşması bulunan (Rutubetli) bodrum katların-da korozyonun, birebir klor oranına bağlı olmadığı muhakkaktır. Geçirimsizlik ve dayanımda korozyonun belirleyicisidir. TSE 500 de klor oranı ile ilgili bir sınırlama bulunmamaktadır. Denetim, kural ve standardizasyon olmadan kalite sağlanamaz.

Beton santrallerindeki kimyasal testlerin yapılıp yapılmadığı konusu ile ilgili olarak bir anekdotu sizlere aktarmak istiyorum.
1997 Yılında BS35 kalitesindeki bir beton sözleşmesi yapmak üzere inşaat yakınındaki bir hazır beton santraline,mal sahibi ile birlikte gittik. Santral yetkilisi ve laborantı ile birlikte hazır beton için kullandıkları malzeme stok sahasını gezerken, deniz kumlarını yıkayıp yıkamadıklarını sordum. Mevsim Kış olduğu için yağmurda tuzlar çözülüp gitmektedir diye cevap verdiler. Kimyasal tahlil yapılıp yapılmadığı takdiri sizlerindir. Ben de bu malzeme yerine yıkanmış mıcırdan elde edilen kum ve taş tozu ile bir karışım yaparak BS 35 sınıfı betonun karışım oranları ve fiyat analizini tespit etmelerini istedim.

Bu şekilde betonu alabileceğimizi ve ayrıca inşaat şartlarında yeterli sayıda beton numuneleri alarak, hem üretilen beton kalitesini kontrol etmek, hem de inşaat şartlarında betonu ne kadar koruyabildiğimizi saptamak, kendi yapı güvenliğimiz açısından uygun olacağı düşüncesindeyiz.

Burada anlattıklarımız ve izlediğimiz yol ile yöntemler, tüm bireysel inşaat yapan insanlarımızın da haklarıdır. Her inşaat sahibi kendi hak ve sorumluluklarını bilerek davranırsa inşaatlarımız sağlam olur. Tüm dileğimiz ve anlatmaya çalıştığımız hususlar güvenli yapılara sahip kentleşme içindir. İnsanlarımızın can ve mal güvenliğine yöneliktir. Birlikte, güvenli yapılar için teknik insanlarımızın da yardımcı olma gibi bir yükümlülükleri vardır. En azından bu bir insanlık görevimizdir.




KAYNAKLAR

GÜVEN N; Depremin etkileri ve alınması gereken önlemler Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi 1978
GÜVEN N; Yapı üretimindeki savurganlık ve alınması gereken önlemler Türkiye Mühendislik Haberleri Dergisi 1979
GÜVEN N; Kayseri de deprem olur mu Şu Bizim Kayseri Dergisi, İstanbul Şubesi Nisan-2000
GÜVEN N; 17 Ağustos 1999’u unutacak mıyız ,Yaşama Dokunmak Dergisi “söyleşi” sayı 1,İstanbul Mart-2000
GÜVEN N;”KYB-THB” Kendiliğinden yerleşen beton-Torbalanmış hazır beton,Yaşama Dokunmak Dergisi sayı 8,İstanbul Aralık-2000
GÜVEN N; Deprem ve yapılarda betonun önemi, Yaşama Dokunmak Dergisi sayı 3,İstanbul Mayıs-2000
GÜVEN N; Televizyon Kuleleri ve Sanayi Bacaları/İstanbul-1982
GÜVEN N; Ürperten Tespit,Duyuru Gazetesi “Röportaj” ,İstanbul 26 Eylül 1999

Adres:
Necip GÜVEN İnş.Yük.Müh. ( Y.T.Ü. - 1972 )
Tel.: (0216) 354 01 71 / (0532) 216 47 65
E-Mail : necipguv@yahoo.co nguven@guvensuyd.com

Birim Fiyat - Mehmet Özçakır

Birim Fiyat
Mehmet Özçakır


Sadelik aklın özüdür
William Shakespeare

Biz şantiyeci mühendislerin hakediş tanziminde gerekli olan ve her yıl imalat fiyatlarını gösterir birim fiyat kitabını teknik elemanlar hatırlayacaklardır.

Bir şantiyede fazla zeki olmayan ofisboya yan odadan birim fiyat cetvelini getirmesini söyledim. Elinde manifaturacıların kullandığı tahtadan 1m. boyunda cetvelle geri geldi. Buyrun beyefendi diye uzattı. Hepimiz şakın; bir metreye, bir de birbirimize bakakaldık. Birim fiyat cetvelini “bir metrelik” cetvel olarak anlayan çocukcağız, bizim kahkalarımıza bir anlam veremeden odadan çıktı.

Mehmet Özçakır
İnşaat Mühendisi
0532 372 26 27
PK 110
09002 AYDIN
mehmetozcakir@hotmail.com

Mutfak mı yok, kapısı mı yok? - Firüzan Baytop

Mutfak mı yok, kapısı mı yok?
Firüzan Baytop

İnsanoğlu hata yapar
(Humanum est errare)
Seneca

İstanbul/ Maltepe, Dragos tepesindeki kooperatif inşaatı bir hayli zor bir uygulama idi. İnşaat toplam 49 adet 1-3 katlı ve 10 tip konuttan oluşuyordu. Bunlar yanyana olsalar iyi de, bizimkiler kurra ile koca tepenin dört bir yanına serpiştirilmiş idiler, araları 200-300 metre olarak…

Sabahın köründe karanlık çökene kadar çalıştığımızdan –inşaatımız hemen de şehir içinde olmasına karşın- hepimiz genelde basit şantiye barakamızda yatıyoruz. Sabahleyin erkenden önce ufak tefek büro işlerini hallettikten sonra, saat 9 gibi kocaman araziye yayılmış binaları, başımda bir kasket (o zamanlar baret falan yok), elimde defter ve kalem, belimde bir metre, dolaşmaya başlıyor, notlar alıyor, içinde çalışma olanlarda işçilere (o zamanlar formen gibi, tekniker gibi mimar-mühendis yardımcıları da yok) işleri çaresiz bizler tarif ediyoruz. Arazi çok geniş,. her bir binaya ancak 5 dakikalık bir zaman ayırabiliyoruz. Artık o kısacık sürede ne görebilir ne anlatabilirsek. Saat 13’e doğru yemek için şantiye binasına nefes nefese dağdan iniyoruz. Aman önce bir bardak su…

Bir gün kaba inşaatı bitmiş bir binayı geziyorum. Zemin katta bir salon/yemek odası ile bir WC. bir de mutfak olması gerek ama mutfağı bulamıyor, bu bir başka tip bina mı yoksa diye dışarı çıkıp etrafını dolanıyorum. Mutfak penceresini görüyor biraz ferahlıyorum. Demek ki duvarcı dikkatsizliğinden mi, daha sonra anlatacağım ozalit kopyaların kalitesizliğinden mi, kapıyı atlatıp, duvarları örüp pencereden çıkıp gitmiş. Kendisinden hesap sorulacak diye kimseye de söylemiyor.

Bu olay şantiyelerde mimar ve mühendisler ile ustalar arasında bir ara eleman gereksinimini ve de mimar ve inşaat mühendisleri olarak uygulamaları, işçiye iş üzerinde tarif zorunluğunu bilincime yerleştiren ilk ve önemli bir şantiye deneyimi olmuştur.

Firüzan Baytop
Y.Mimar

Mekkare takımı - Yücel Erimtan

Mekkare takımı
Yücel Erimtan

Eğer bir yöntem diğerinden iyiyse, emin olabilirsiniz ki o doğanın yöntemidir.
Aristo

Her iş adamının hayatında hiç unutmadığı olaylar vardır. Bunlardan bir tanesini anlatmak isterim.

Müteahhitliğe ilk başladığımız yıllarda, ulaşımı oldukça güç bir bölgedeki bir hava meydanının, pist uzantısı inşaatı işini almıştık. Elimizde kazı yapabilecek hiç ekipman olmadığı için, çok eski bir dozer kiralayıp iş yerine götürdük. Makina arıza yaptı. Elimizde ne tamir edebilecek bir ekip ve yedek parçası, ne de tamir edebilecek personel var.

Bu arada birisi çıkıp, çok enteresan bir ekibin taşıma mesafesi yakın ise günde 300 - 400 m3 kazi yapabileceğini soyledi. İlgilenince anladık ki bahsedilen bu ekip, 30 - 40 katırla 60 - 70 kişilik bir ekip. Bu ekibe ”mekkare takımı” deniyormuş.

Meydan yetkilisinden, katırların kazıcı ve taşıyıcıların ve meydan tel örgüsü dışında gecelemeleri şartı ile, müsaade aldık. Bunun üzerine ekibi, vagonlarla işyerine getirdik.

Kazı ve taşıma işi başladi. Istenen sonucun alınacağı görüldü. 2 kişi kazıp, gelen katırın iki tarafindaki tahta kovalari kürekle dolduruyor, 1 kişi de katırı depo mahalline götürüp kovaların iplerini çekip kazılan malzemeyi boşaltıyor. Tekrar kapakları kapayıp geri getiriyor. Bu şekilde 1 ay kadar çalıştılar. Işin tamamlanmasına birkaç gün kala, meydan yetkilisi heyecanla gelip; uçakla resmi bir heyetin işin durumunu görmek üzere geleceğini bildirmez mi?

Apar topar tüm ekip tel örgünün dışına çıkarıldı. Bir iki saat içinde bir kaç kişi ve bir kaç katır, hayvanlarin tezeklerini temizledi ve dışarı çıkarıldı. Gelen teftiş heyetine de, aksi gibi dozer’in, o gün arızalandığı söylendi.

Teftiş heyetinin, durumdan memnun olduklarini beyan edip, gitmesinden sonra, mekkare takımı yeniden işe başlayip bir kaç gün içinde kalan işi başarı ile bitirdi.

Yücel Erimtan
İnşaat Y.Mühendisi

Kilitli binaya kilitsiz giriş - Suat İskender

Kilitli binaya kilitsiz giriş
Suat İskender

Bugünün sorunları, dünün çözümlerinden kaynaklanırSenge

2000 yılının son bir iki ayı içinde bulunuyorduk. 1998 Eylül’ünde hafriyat çalışmalarına başladığımız bina inşaatı tamamlanma aşamasına gelmişti. Başından beri binanın yapımında birinci derecede sorumlulukla Şantiye Şefi olarak bulunmuştum.

Binanın adı Yabancı Dil Eğitim Merkezi binasıydı. Karadeniz Teknik Üniversitesi (Trabzon) öğrencilerinin tüm bölümleri için yabancı dil hazırlık sınıfı öngörülüyordu, bina bu amaçla kullanılacaktı. İnşaat süresi genel olarak tamamlamış, giriş kapıları da takılmıştı. Artık geçici kabul aşamasına gelen binada, inşaat temizliği ve olabilecek eksikler tamamlanıyordu. Temizlik işleri için bayanlardan bir ekip oluşturmuştuk. Gündüzleri de yalnız ana kapıyı açık tutuyorduk. Kapıyı açıp kapatmak, binaya kontrollü giriş-çıkış sağlamak, girenlerin bina içinde; ekipmanlara, binaya zarar vermesini önlemek için de işçilerden bir gündüz bekçisi görevlendirmiştik. Ayrıca inşaat sürecinin başlarından beri gelen bir de gece bekçimiz vardı.

Gündüz bekçisini, iş bitiminde ana kapıyı kilitleyip anahtarları gece bekçisine (Saim Aydın) teslim etme talimatını vermiştim. Aynı şekilde gece bekçisi de sabahleyin anahtarları, gündüz bekçisine verecekti. Böylece gündüz kapı kontrollü olarak açık bulunacak, gece de herhangi birinin dışardan hırsızlık ya da benzeri amaçla içeri girmemesi için önlem almış oluyorduk. Başka birisinin eline geçmemesi için de anahtar, bir yere bırakılıp alınmayıp, ikisinin kontrolünde olacaktı. Böylece dönüşümlü olarak kapının anahtarları gece ve gündüz bekçisi arasında alınıp verilmeye başlandı.

Aradan sanıyorum üç beş günlük ya da biraz daha fazla bir zaman geçmiş olmalı; bir akşam saatinde, merdiven ya da rampa altlarında proje dışı yaptığımız bazı kapıların kilitlerinin montajındaki sorun için bina içine girme gerekti.

Bu kapılar sonradan yapıldığı için ana siparişin dışında kalmış Trabzon’dan yerel bir marangoza yaptırmıştım. Saim Aydın’la birlikte yanımıza el fenerini alarak binanın ana kapısına gittik. Işıklar binaya girince açılacaktı. Ama çift kanatlı kapı üzerine örtülmüş durumda kilitlenmemişti. Binaya girmek için anahtara hiç de ihtiyaç yoktu. “Saim bu kapıyı niye kilitlemiyorsunuz?” diye sordum. “Şefim kilitlenmiyor.” diye yanıtladı. Gerçekten de kilitte anahtar çalışıyor, ama kilit dili karşılığın içine geçmiyordu. Ya kanatlardan birinde montajın ardından çökme olmuş, ya da başka bir sorun oluşmuştu. Alüminyumcuya haber verip düzelttirilmesi gerekiyordu.

Daha sonra Saim’e olayı sordum. Kendi aralarında, talimat verdiğim gibi anahtarı alıp veriyorlar, ama ta başından beri kapı hep kilitlenmeden kalıyormuş. Bana da herhangi bir bilgi vermemişler. Hatta anahtarı, ofiste bir yere koymayı bile düşünmemişler. Sanki kapı gerçekten kilitleniyormuş gibi, anahtarı gece bekçisi sabahtan gündüz bekçisine; gündüz bekçisi de akşamdan gece bekçisine veriyormuş. “Saim” dedim, “Anahtarı birbirinize alıp vereceğinize, bir çekmeceye koyun bari.” Diye ekleyip, olay karşısında kızmak yerine, gülmekten kendimi alıkoyamadım.

Suat İSKENDER
Mimar

Şantiyelerde işinden olan mühendisler - Koray Sağlam

Şantiyelerde işinden olan mühendisler

En önemli olaylar genellikle önemsiz nedenlerden kaynaklanır
Çiçero

Mezun olduğum sene şanstan bulduğum iş küçük bir şantiyede şantiye şefliği idi. Şantiye düzenli olmasına düzenliydi ama 2 ay içerisinde 3 mühendis işinden olmuştu. Bunu duyduğumda yetersizliklerinden diye düşündüm...

Zamanla şantiyedeki işçiler, formenler, muhasebeciler herkesle tanışmaya başladım. Her çalışan beni ya tenha biryere çekmeye çalışıyor ya da yanlız olduğumda benimle konuşmaya çalışıyordu, amaçları ise önçeki şeflerin neden işten çıktığını anlatmakmış!!!

Muhaseci" şefim bizimle iyi geçin önceki şefler bizimle anlaşamadığından işinde oldu" formenler " patronlarla aramız çok iyi şefleri sürekli bize sorarlar."işçiler" şefim burada işin yürümesinden çok işçilerin huzuru önemlidir " gibi cümleleri sık sık duymaya başlamıştım. Sonunda anladım ki herkes yerini sağlama almaya çalışıyormuş.

Genç müendis arkadaşlara uyarım herkesi dinler gibi yapmaları fakat kimsenin dediğini değil de kendi bildiklerini uygulamaları...

Saygılarımla


Koray SAĞLAM
İnşaat Mühendisi

Uçan pencereler - Fatih Kaymakçı

Uçan pencereler
Fatih Kaymakçı

Bir miktar eğlence olmadıkça hiçbirşeyi başaramazsınız.
Charles Knight (Emerson Electric)

Benim anım, 1999-2001 yılları arasında Sabiha Gökçen Kurtköy Havaalani Lojmanlar kısmının şantiye şefliğini yaptığım sırada geçmekte. Hava alanının sponsorlugu NATO tarafindan Milli Savunma Bakanligi aracılığı ile yapıldığından, ara sira da olsa yabancı kontrolorler şantiyeye gelmekteydiler. Gene boyle bir kontrol esnasında, ben yabancı arkadaşlara inşaatı gezdirirken, aynı zamanda da vinçlerle salon pencereleri ust katlara cıkarılıyordu. Biz tam balkona çıkmıştık ki, karşı blogun 5. katına cikmakta olan pencerenin halatı çözüldü, gözümüzün önünde aşağı doğru uçmaya başladı (neyse ki aşağıda kimse yoktu.) Yabancı arkadaş koca pencerenin aşağı doğru düşüşünü seyrederken, bir yandan da bana; 'bir şeyler yap' gibisinden caresiz gözlerle bakıyordu. Ben de hic bozuntuya vermeden, uçan pencere uçmustur kalan sağlar bizimdir hesabı, adama söyle dedim (gercekten de yapacak bir şey yoktu hani):

- Merak edilecek bir şey yok, arkadaslar binaya bilgisayar sistemi kurdular, Windows'un screen saver’larini deniyorlar. Bu da "Flying Windows", gördüğünüz gibi gayet iyi calisiyor dememle birlikte, adamcağız önce 1-2 saniye şakamı ciddimi gibisinden bir bakındıktan sonra bir gülme krizine girdi. Sonrasını eminim kendisi de hatırlamıyordur. Adamı ayıltana dek neler cektik diyeceğim ama adam malesef ayılamadı ve o sekilde arabaya aldılar götürdüler. Bu da böyle bir anımdı..

Fatih KAYMAKCI
Mimar

Şantiye Gözlemleri / Bilgisayarı iyi bilen kontrol mühendislerine dikkat - Servet Yurttaş

Şantiye Gözlemleri / Bilgisayarı iyi bilen kontrol mühendislerine dikkat
Servet Yurttaş

İnsanlar yalnızca görmeye hazır oldukları şeyi görürler.
Ralph Wakdo Emerson


Efendim öncelikle 2-3 yıllık bir şantiye hayatımın olmuş olduğunu belirterek, gözlemlemiş olduğum bazı seyleri yeni mezun genc meslekdaşlarım yaşamasın diye yazıyorum... Şantiye anıları fikri de çok güzel bir fikir, o yüzden sizleri kutluyorum...

Yaşadıklarım İstanbul'da bir alt geçit yapımı sırasında yaşanmış olup biraz mizahi bir dille anlatılmıştır.

Şantiye gözlemlerim: Bunlar anıdan çok gözlemlerim
.
1. Şantiye muhasebecisinin çalışana hiç bir zaman parası olmaz.
2 Şantiye muhasebecisinin malzemeye vereceği para her zaman bir yerden bulunur.
3. Şantiye muhasebecisi eğer size 500 bin lira verecekse, her türlü banknotun bulunduğu cebinden tek 500 bin lirayi çeker ve verir. Bunu nasıl yaptıklarını hep merak etmişimdir.
4. Patron sizi arayacaksa önce muhasebeciyi mutlaka arar ve sizin ne yaptığınızı öğrenir. O bilmiyorsa çaycıyı da arayabilir tabi.
5. Patron Şantiye şefini arayacaksa mutlaka sizi arar ve ne yapıldığını önce sizden ögrenir.
6. Hakediş geçene kadar patron her zaman iyi davranır.
7. Şantiye kalfası her zaman paraya ağlar

Patron ile bir anım:

Efendim bir gün belediyeden hakediş geçirecegiz. Hakedişleri hazırladık ve Mustafa’yla beraber ilk önce Harita Kontrol Mühendisine yapmış olduğumuz enkesitleri imzalatacağız. Patronumuz da bu Harita Kontrol Mühendisini belediyede ziyaret etmiş ve bize hakedişi hemen nasıl geçirebiliriz diye taktikler veriyor. Ona enkesitlerimizi bilgisayar ortamında hazırladığımız ve kontrolun bilgisayarda bakacağını söyleyince telaşlanıyor.

- "O Harita Kontrol Mühendisi bilgisayar konusunda çok çok iyi... Dikkatli yapsaydınız..."
-
Biz biraz panik oluyoruz tabii.. çünkü her kul gibi bizim de biraz hatalarımız vardı tabiii... sorduk..

- Nerden anladınız...

Patron..

- Bilgisayarına bir baktım adam ismini yazmış üzerine ekranın.. Ekranda bir saga bir sola dansediyor adamın ismi...

Mustafa’yla ben gülmemek için kendimizi zor tuttuk ama gülemedik kovulma korkusuyla... Bizim patron ekran koruyucusunu görmüs ve adam hakkında "vaay acayiip bilgisayar biliyor" yorumunu yapmıştı.

Teşekkür ederim...

Servet Yurttaş
Yüksek İnş. Mühendisi
Mezuniyet yılı : 1995
Tel: 0 542 816 15 30
Selbastı sok. No: 17/3 Kanlıca / İstanbul

Sit Alanı Sit - Mehmet Özçakır

Sit Alanı Sit
Mehmet Özçakır

Yarım bilmek tehlikelidir
Alexander Pope

Ankara’da bir genel müdürlükte geçen olay

Orta Anadolu’dan Bakanlığa gelen bir vatandaş arsasına belediyenin yeni inşaat izni vermediğinden yakınıyor. Şikayetini, artan yüksek sesle mimar ve planlamacılara anlatıyor.

Bakanlık çalışanları, arsasının Kentsel SİT alanında kaldığını yapısının korunması gerekli tescilli yapı olduğu, koruma amaçlı imar planında kaldığından, SİT alanı içindeki yıkılamayacağını anlatmalarına rağmen ikna olmayan vatandaşa, tekrar tekrar SİT ALANINI anlatırlar. Bir türlü anlamayan vatandaş bir üst kattaki Genel Müdüre çıkar;

-“Sizin memurlarınız bana SİT’tir git dedi” diye şikayet eder.

Mehmet Özçakır
İnşaat Mühendisi
0532 372 26 27
PK 110
09002 AYDIN
mehmetozcakir@hotmail.com

Her metrede bir demir noksan…- Firüzan Baytop

Her metrede bir demir noksan…
Firüzan Baytop

İnsanlığın gerçek doğası, örneklerden değil hatalardan öğrenmektedir.
Fred Hoyle

Danışman olarak çalışırken pek çok Proje Müdürü uygulamalarla ilgili uyarılarımızı anlayışla karşıladıkları, hatta yararlanmak için bekledikleri halde kimileri de, sanki cahillikleri ortaya çıkacak diye, yardıma çok gereksinimleri olduğu, hata yapmak tehlikeleri bulunduğu hallerde bile, danışmaktan kaçınıyorlardı.

Afşin-Elbistan termik santalı kazan dairesi ve büyük miktarda betonarme dağıtım kanallarını taahhüt etmiştik. Kanalları malzemeli olarak taşeronlara yaptıracaktık.

Proje müdürü teklifleri almış, kanalları ihale etmiş, sözleşmeyi de imzalamış. Ancak sorum üzerine bana bilgi veriyor. Dosyayı alıp bakıyorum felâket. Fiyatlar o kadar düşük ki bu fiyatlarla o işlerin hiç biri yapılamaz. Hele demir fiyatları hepsinden düşük. Ben ki her zaman ana müteahhit kazanırken taşeron da kazanmalı fikrini savunmuşum, iyice canım sıkılıyor. “Bak arkadaş” diyorum “Bu kadar düşük fiyatlarla bu iş, özellikle demir donatı yapılamaz. Fiyat nerede ise demirin maliyetini bile karşılamıyor. Kısa sürede anlaşmazlığa düşeceksiniz. O zaman bana hiç gelmeyin.”

Aradan bir ay geçiyor. Proje müdürü odama geliyor. “Ağabey” diyor “Taşeron işi yürütemiyor, bırakacak, ocağına düştük”. Şirketin işi. Ben sana söylemiştim, ne halin varsa gör diyemem. Çaresiz bir kaç gün sonra, durumu yerinde görüp, taşeronla konuşmak üzere şantiyeye gidiyorum. İsmi Hasan idi galiba, “Bak” diyorum “sen yaşlı başlı, tecrübeli bir adamsın bu kadar düşük fiyatla nasıl iş alırsın?” Ne cevap verdi biliyor musunuz? “Ağabey işsizdim. Proje müdürü de çok bastırdı”. Soruyorum “Peki nasıl çıkaracaktın?” Mahcup cevap veriyor. “Ağabey, her metrede bir demir noksan koyacaktım, ama kontrol farketti, çok zor durumdayım.” Iyi mi?…

Bir işi kıran kırana pazarlıklarla çıkamayacak, çıkarılamayacak fiyatlarla yaptırmaya çalışırsanız elbette olacağı budur. Taşeron da kazanmak durumundadır. Hele o sıralar başka işi yoksa sizin her dediğinizi zoraki kabul edecektir. Adamı, bu şekildeki –çaresiz –davranışı yüzünden, nasıl suçlayabilirsiniz. Zaten vefat etti. Allah taksiratını affetsin.

Daralan Kolonlar

Daralan Kolonlar

Bir şeyin iyi yapılmasını istiyorsan kendin yap.
Napoleon Bonaporte

Yer : İzmir
Tarih : 12.07.2000
Rumuz : Şirindağ

2000 Yılında Şantiye şefi olarak görev yaptığım inşaatta her zaman olduğu gibi beton döküyor ve bu işlemleri kalfam ile koordineli çalışarak takip ediyordum. Kalfama yaptığı işlerde her zaman bilgi ve becerisine güvendiğim için konrtollerimi biraz gevşetmeye başlamıştım. Yine birgün kat betonu döküyorduk, kolon kalıpları çakılmış ve kolon betonunu dökmüştük. Aradan 1-2 gün geçtikten sonra farkettim ki dökülen kolonlardan (toplam 27 kolon) 4 tanesi boyuna 20 cm daha dar dökülmüş. Sebebi de kalfamın projedeki kolon daralmasından kaynaklanan ölçülere 1 kat daha önce başlaması, projeyi okurken 1-2-3-4 nolu katlara ait proje yerine, 5-6-7 nolu katlara ait projeye bakmış olması. Bu durum da 1 kat önce kolon daralması yapmamıza sebep oldu.

Sonuç olarak asla kendi işinizi bir başkasına bırakmayınız ve her ne sebeple olursa kontrollerinizi aksatmayınız. En doğrusunu siz biliyorsunuz bunu da unutmayınız.

23.04.2003
Yer : İzmir
Tarih : 12.07.2000
Rumuz : Şirindağ

Nerede olduğunu bilmek - Alper Duman

Nerede olduğunu bilmek
Alper Duman

Sürekli olarak yaptığımız şeyler neyse, biz oyuz. O halde mükemmellik, bir eylem değil, bir alışkanlıktır.
Aristo

Mesleğimin ilk senesini henüz doldurmamıştım. O günlerde normal mesai saatlerinde teklif ve hakediş hazırlıyor, akşamları da bir tane 80386 server, birkaçtane 80286 ile birkaçtane 8088 ve 8086 makineden oluşan, Novel Network V 1.0 ile oluşturulmuş ağ sistemimizi tamamı ile öğrenebilmek için kılavuz okuyorduk. Böyle bir sisteme sahip olmak bizim için çok önemli bir şeydi, kendimizi teknolojiyi yakalamış hissediyor ve bunu işinde kullanıyor olmanın gururunu yaşıyorduk. Bir keresinde şirket sahibi bu sisteme çok para verdiğini, gözümüz gibi bakmamız gerektiğini üzerine basa basa söylemişti. Biz de öyle yapıyor nerede ise sadece yatmak için eve gidiyorduk.

Şirket bir kamu idaresinin açtığı liman silosu işine teklif vermeye karar verdi. O güne kadar çalıştığımız ihalelere mukayesen 5-6 kat daha yüksek bedelli bir işti. İşin mekanik ve elektronik kısmı için ortak arandı ve uluslarası iş yapan bir italyan firma ile konsorsiyum oluşturuldu.

Çalışmalarımıza öyle hummalı başladık ki, gündüzleri normal teklif işleri yaparken geceleri de, yaptığımız işlerin otomasyonu için şimdinin excel ine benzeyen o zamanların symphony si ile makrolar yazıyor, teklifin hazırlanma sürecinde değişen analiz değerlerinin teklif içinde yer almasını temine çalışıyorduk. Sık sık kullandığımız bilgisayarın hafızasını zorladığımız o günlerde, o kadar çok dosya yaratmak zorunda kalmıştık ki, bir rakamın değişmesi bir çok dosyanın içeriğinin değişmesini gerektiriyordu ve danışmanlık yapan yine inşaatçı bir ağabeyimiz sayesinde, işler bir sistem oluşturmuştuk.

Artık müdürümüzün isteklerine cevap verebiliyor ve istediği revizyonları yaparak teklifi 1-2 günde baştan sona revize edebiliyorduk. O sıralar italyan firmadan da bir inşaat mühendisi gelmiş ; “bir çift terlik kaç para?”, “İtalya’ya bir kontör telefon kaç para?” gibi acayip acayip sorular soruyor , müdürümüz de “kardeşim sen git önce beton fiyatlarını oluştur” nidaları ile katlarda onu peşinden sürüklüyor, biz de “bu İtalyan sıyırmış hakkikaten “diyerek yaptıklarımızın içinde bu maliyetlerin de hesaplanmaya çalışılmasının içinden çıkılmaz bir durum olduğunu düşünerek, yaptığımızın efektif bir iş olduğunun keyfini yaşıyorduk.

Günler çabuk geçiyordu 3 ay gibi bir çalışma temposunun sonuna yaklaşmıştık, haftanın tüm günleri günde 15-16 saat çalışıyorduk. Artık çalışmaktan sol gözüm sürekli seyirmeye başlamıştı. Ama yaşadığımız gurur uğruna, öğreniyor olmak adına katlanıyorduk.

Büyük gün gelmişti. İtalyanlarda inşaatçı , mekanikçi, elektrikçi, avukat (biz bayan olduğu için önce sekreter olduğunu düşünmüştük) ve lider olmak üzere 5 kişilik bir ekiple orda idiler, yanlarında bavullar dolusu bilgisayar çıktısı ve bir laptop. Bizim inşaatçı bizden aldığı verilerle analizler oluşturmuş, bizim müdüre nerelerin nasıl düzeltilmesi gerektiği konusunda bir şeyler anlattıkça, müdürün yüzü asılıyor, patronumuzun gözleri büyüyor, biz ise tarif edilen revizyonun altında kalacağımız gerçeği ile ufalmış bir halde konuşulanları dinliyorduk ki, bu dehşet durumu gören lider İtalyan, hafif bir gülümseme ile eğer revizyonlarda mutabık kalınırsa revizyon işlemini ve teklif dökümantasyonunun basım işlemini kendilerinin yapacağını söyledi. O an herkes de ki rahatlamayı tarifleyebilmek mümkün değildi.

Revizyonlar konusunda mutabık kalındıktan 5-6 saat sonra yani gecenin 1’i gibi teklif dökümantasyonu tüm basımıda bitmiş olarak önümüzde idi. Biz hayretler içinde kalakalmıştık, çünkü bu iş bizim için günlerle ifade edilecek bir işti. Neyse mutlu son olmuştu, İtalyanlar kalmak üzere otellerine gidecekti ve otele güvenemedikleri için laptop larını bizim ofisimizde bırakmaya karar verdiler. Onları uğurladıktan sonra, biz çelişkiler içerisinde, merakımıza yenik düşerek, bilgisayardaki yazılımı incelemeye başladık. Gördüklerimiz karşısında hayretler içerisinde idik. Yakaladığımızı düşündüğümüz ama hayal bile edemediğimiz bir teknoloji ile karşı karşıya idik. Bizim sahip olduklarımız ile karşımızdaki arasında sadece dağlar değil, okyanuslar da vardı. “Terlik ve kontör kaç para?” sorusunun nasıl bu kadar kolay sorulduğunu anlamıştık. Nerede olduğumuzu görmüştük.

Bir daha hep “nerede olduğumuzu kontrol etmeye çalışmak” en önemli iş oldu.

Alper Duman
İnşaat Mühendisi (İTÜ-1989)

Tel: 0532 484 25 37
Maslak Gazeteciler Sitesi
A-8 Blok D:10
34457 Sarıyer/İstanbul

Şantiyelerde yaşananlar unutulmuyor - Cem Kafadar

Şantiyelerde yaşananlar unutulmuyor
Cem Kafadar

Başkalarının yanlışlarından öğrenmeliyiz, hepsini kendimiz yapacak kadar zamanımız yok
Groucho Marx

Şantiyeler iklim ve çalışma koşullarının güçlüğü, süre baskısının yoğun olması, farklı işlerin bir arada yapılması ve bunun beraberinde farklı kültürdeki insanların bir araya gelmiş olmaları nedeni ile ilginç olayların çok sık yaşandığı ortamlardır.

Bu olayların bir kısmı yaşanmış, bir kısmı ise anlatıla anlatıla yıllar içinde efsaneleşmiş hikayelerdir. İlk mesleğe başladığım yıllarda böyle bir olayı ben de dinlemiştim. 1950'li yıllarda doğuda bir baraj inşaatında işe alınan bir düz işçi ekibi özellikle kazı işlerindeki hızlı çalışmaları ile kısa sürede tüm şantiyenin dikkatini çeker. Bu ekip verilen elle kazı işlerini çok kısa sürede bitirmektedir. O yıllarda işe girerken şimdiki gibi hassas davranılmadığı için, nufus kağıdı, sağlık raporu, sabıka kaydı ve benzeri evraklar istenmediğinden bu başarılı ekibin aslında kısa bir süre önce komşu kasabadaki hapisaneden tünel açarak kaçan bir ekip olduğu jandarmalar şantiyede arama yapmaya geldiklerinde anlaşılmıştı.

Bana anlatılan bu olayın yaşanıp yaşanmadığını bilmiyorum. Ancak ben temel kazısını yapmakta olduğumuz bir yapının temelinin bulunduğu yerde define olduğuna inanan ve biz temel kotundaki sağlam zemine ulaştıktan sonra geceleri kalkıp zemini kazıp tekrar dolduran iki defineciye gözlerimle tanık oldum. Bu kişilerin ellerinde haritaları ve teçhizatları bulunan profesyonel define arayıcıları oldukları gece kazı yaparken yakalandıklarında ortaya çıkmıştı. Bu işçileri iştek çıkardık, ancak defineciler kalan işçileri define konusunda öylesine inandırmışlardı ki inşaat bittikten sonra bile işçilerin aklında hep orada bir define olup olmadığı sorusu takılı kaldı.

Beton dökümü şantiyelerin en fazla dikkat isteyen, geri dönüş maliyeti en yüksek olan işlerinden biridir. Her şantiyecinin beton dökümüne ilişkin mutlaka pek tatlı olmayan bir anısı vardır. Bu anılar çoğunlukla hatalı dökülen betonun sonradan kırılması, beton dökülürken kalıbın çökerek betonun ortaya dökülmesi gibi olaylardır. Benim ise beton dökümü ile ilgili aklıma gelen ilk olay, betonun kırılmasına gerek olmadığı, çok iyi şartlarda döküldüğü, proje revizyonu da olmadığı halde kırılabileceğine tanık olduğum ilginç bir olay :

Binanın temelini beton dökümüne uzun bayram tatilinin hemen öncesinde yetiştirmiştik. Temel atma töreninde eski bir gelenek olsa gerek temel harcına uğur getirmesi, işin kolay tamamlanabilmesi için bir cumhuriyet altını konmuştu. Temel betonu törenle döküldü, ertesi gün de şantiyede bayram izni başladı. İzin dönüşünde temelin değişik noktalarında ciddi kırıklarla karşılaştık, hiçbirimiz bu kırıkların ne olduğunu anlamamıştık. Kimse birşey söylemiyordu, zaten bayram tatilinde şantiyede kalan çok kişi de yoktu, en sonunda bekçiyi güçlükle konuşturduk ve 2 işçinin cumhuriyet altınını betonun içine düşerken gördükleri ve betonu kırarak altına ulaşmak istediklerini öğrendik.

Temel atma törenleri, önemli konukların ziyaretleri öncesinde şantiyelerde çalışma temposunun artmasına paralel olarak heyecan ve gerginlik de artar. Bu telaşın içinde bazen çok basit, küçük bir detay atlanır ve bu atlamanın sonucunda da hiç istenmeyen bir anda umulmadık olaylar yaşanabilir. Ben de benzer bir olayı Amerikan Hastanesi Ek İnşaatı’nda yaşadım. 3 gün boyunca geceli gündüzlü temel atma törenine hazırlanmıştık. Hazırlıklarımız yolunda gitmişti, tören anı geldiğinde hemen hemen hiçbir eksiğimiz yoktu. En çok gecikmesinden çekindiğimiz hazır beton mikseri de zamanında gelmişti. Konukların ve bizlerin alkışları ile temele dökülecek ilk betonun gelmesi bekleniyordu, ancak mikser hortumunun ucunda beklenen beton bir türlü gelmiyordu. Bir süre daha alkışlarla betonu bekledikten sonra gecikmenin sebebini anladık. Beton dökümünden önce transmikserin hortumu sulanıp ıslatılmadığından hortum içinde akamayıp sıkışan beton geriden gelen betonun basınçla hortumu çıkarmasına sonuçta da betonun hastanenin temeline değil de transmikserin park ettiği yolun yanındaki kaldırıma döküldüğünü gördük. 3 günlük geceli gündüzlü çalışmamız ufak bir detayın atlanmasından dolayı fiyasko ile sonuçlanmıştı.

Açılış törenlerinde yaşanan ilginç olaylardan birini şantiyelerde geçirdiği 53 yıl içinde çok renkli anıları olan Y.Mimar Firüzan Baytop’tan dinlemiştim:

Mevsim 1957 kışının sonu. Nisan’da başlayıp üç ay sonra Haziran sonunda Ataköy plajını açmamız gerekiyor. Hemen temel atma töreninin hazırlığına başlıyorum. Bu tören önemli, çünkü törende “Baruthane” ye “Ataköy” adı verilecek. Törene pek çok devlet ve şehir büyüğü katılacağından tribünü büyük tutuyorum. Tribünün önünde de bir metre yüksekliğinde boylu boyunca bir alınlık yapıyor, üzerine kocaman bir “Baruthane” yazdırıyorum. Bu alınlığın üzerine alttan menteşeli bir başka levha koyuyor, o levhanın görünmeyen yüzünde de “Ataköy” yazıyor. Sırası gelince üstteki levhanın iplerini koyvereceğiz, Baruthane ismi kapanıp, Ataköy ismi görüntüye gelecek…

Tören başlayıp, Medeni bey, bankanın orta düzey gelirli vatandaşları konut sahibi yapmak niyetlerini ve bu araziyi askeriyeden nasıl aldıklarını anlatıp buraya “Ataköy” adını veriyorum” der demez, ipleri koyvermeleri için işçilere işaret veriyorum. İşçiler ipleri yavaş yavaş değil de birden bırakmazlar mı? Aman Tanrım! Bir muazzam gürültü, etraf toz duman, tribün yıkıldı sandım. Tribündekiler ayağa fırladı, seyircilerin başları tribüne döndü… O an “Ataköy” yazısını görenlerde alkış, alkış, alkış. Atatürk’ün tılsımlı adı bu kez de bizi kurtarmış, skandalı önlemişti.

Şantiyeler oldukça böylesine renkli anılar da hep olacaktır. Ama herşeyden önemlisinin anıların içinden doğru dersleri çıkararak, bu anıları tecrübe birikimimizi zenginleştirecek birer değerli hazineye dönüştürebilmemiz olduğunu düşünüyorum.

Saygılarımla,
Cem Kafadar
İnşaat Mühendisi (İTÜ-1987)
cem@cemkafadar.com