26 Ocak 2009 Pazartesi

Askerlikte bir geçici kabul - Firüzan Baytop

Askerlikte bir geçici kabul


İstanbul da Ankara Evleri Kooperatifi inşaatımız bitmiş, ben kesin hesapları yapıyorum. O sıralarda müteahhidimiz (Kâmil Şemin) Diyarbakırda yeni bir iş aldı ve beni de şantiye şefi olarak götürmek istedi. Ben o zaman 300 TL. aylık alıyordum 500 istedim, o 400 önerdi, anlaşamadık. O günler askere alma dönemi idi. Hemen şubeye müracaat, Ankara’da yedek subaylık ve sonunda istihkâm asteğmen olarak Erzurum/Dumlu’da vatan görevine başlıyorum, yıl 1950.

Az sonra birliğimiz Erzincana naklediliyor. Yerleşim işleri, onarımlar falan basit işlerin ötesinde en önemli konu, yapımı yeni tamamlanmış olan “Harbiye Kışlası” nın geçici kabulü. Kışlanın inşaatına 3-4 yıl önce başlanmış ancak kontrolla müteahhit arasında çıkan bir zıtlaşma sonucu müteahhit kötü tuğla kullanıyor diye iş önce anlaşmazlığa, sonra da mahkemeye düşmüş. 2 yıl süren dava sonunda bilirkişi raporuna istinaden mahkeme bir kaç ıvır zıvır’ın ötesinde 65 adet tuğlanın (evet sadece altmışbeş tuğlanın) değiştirilerek işin devamına karar vermiş ve iş bitirilmiş. Mevsim kışa giriyor, tümen komutanı hemen kabulü yapıp askeri kışlaya almak istiyor.

Kabul heyetinde iki muvazzaf subay (bir yüzbaşı, bir teğmen) ve ben varım. Toplanıp kışlaya gittik. Ortada hiç bir proje, doğru dürüst evrak yok. İnşaatı dolaşıyoruz. Birçok iş gibi ahşap doğramalar da çok kalitesiz. Makineden, testereden çıktıkları gibi kullanılmış. Zımparalama, macunlama da yok, öylece boyanmış. Damlalıklar tutkallı falan değil, çivili. Binanın bazı kapıları basık kemerli. Ancak kemer eğmeci tahta ile düzeltilip düz başlıklı kapı konmuş. WC kapı kilitlerinin birim fiyatları daha yüksek iken (her halde serbest-dolu mekanizmalı) buralara da normal oda kilidi konmuş vb. Yani kabul yapılacak bir durum yok. Diğer iki üyeye yerinde gösteriyorum ve bu anlamda bir sayfalık bir red raporu hazırlayıp, üç kopyadan birini, ne olur ne olmaz (!) diye kendime ayırıp diğer ikisini kurmay başkanlığına veriyoruz.

Ertesi sabah beni kurmay başkanının çağırdığını söylüyorlar, yanına çıkıyorum. Kurmay başkanı albay Şemsi Zobu, ünlü tiyatro sanatçısı Vasfi Rıza Zobu’nun kardeşi. Çok hoşsohbet bir kişi, beni de seviyor. Ama bu kez yüzü bozuk. Durumu soruyor, anlatıyorum.

Az sonra daha başka subayların da katılımı ile arabalarla kışlaya gidiyoruz. Orda teker teker her bir eksiği ve kusuru gösterip, neden kabulü yapamadığımızı anlatıyorum. Ancak – askerdeyim ama hâlâ askerliği öğrenememişim– Tümen komutanı emretmiş, bir asteğmencik direniyor, olacak iş mi? Herkes çok bozuk, arabalarına atlayıp karargâha dönüyorlar. Gelirken beni arabasına alan kurmay başkanı da bu sefer oracıkta bırakıp, basıp gitmez mi? Tam bir saat yürüyerek dönüyorum.

Odamda beni bölük komutanımız karşılıyor. Bendeki rapor kopyasını istiyor, gidip evimden getirip veriyorum. Akşam öğreniyorum ki bizim heyeti lâgvedip yenisini kurmuşlar. Yeni heyet ertesi sabah kabulü yapıyor.

Bir iki ay sonra terhis olup, İstanbul/Karaköy’de bir eski binanın 4. katında büro açmıştım. 10-15 gün sonra komşum “seni bir inzibat aradı, geçen günde aramıştı” deyince meraklandım. Ertesi gün komşum 1-2 dakika önce gene o inzibatın aradığını söyleyince hemen fırladım, Karaköy muhallebicisinin önünde bir inzibat, o değil miymiş. Birlikte yakındaki telefon kulübesinden bir yere telefon ediyor. “Komutanım aradığımız adam geldi teslim oldu!” Bu kez merak korkuya dönüştü. Ne oluyordu? Beşiktaştaki inzibat karakoluna gittik. Erzincan’daki birliğimde şu, şu, şu numaralı Harbiye ayniyat makbuzlarını nerelerde kullandığım soruluyordu. Benden intikam mı alıyorlardı ne? Neyse ki devir teslim evrakının kopyaları bende vardı. O numaraların bizimle ilgili olmadıklarını yazıyorum. Bir daha arayan soran da olmuyor.

Bir süre sonra gazetelerden, kabulü yapan heyetin usulsüzlük nedeni ile mahkemeye verildiğini okuyorum, üzülüyorum. Ancak ben doğrusunu yapmıştım, eminim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder