26 Ocak 2009 Pazartesi

Şantiye yaşamı - Firüzan Baytop

Şantiye yaşamı


İstanbulda “Ankara evleri Kooperatifi” inşaatının müteahhidi bir Diyarbakır ağası, Kâmil Şemin. İşi tam “Babaerkil” bir düzende yönetiyor. Bir damadı Galip Arıoğul muhasebe işlerine nezaret ediyor. Batı kafalı, çok esprili bir adam. (Oğlunu da öyle yetiştirmeye çalışıyor, hergün bir saat onu radyonun başına oturtup batı müziği dinletiyormuş). Öbür damadı Fikri bey alaturka bir adam. Bir mesleği yok sanıyorum. Patronluk taslıyor, bilsin bilmesin işçilere, malzemeye, imalâta, her işe karışıyor. Asıl muhasebecimiz Perran bey. Tam bir şantiye muhasebecisi. (Onunla sonradan Timlo/Ataköy işlerinde de beraber olduk). Şantiyede gecelediğimiz günlerde yemek sırasında Perran bey evine telefon eder, gece şantiyede kalınacağını söylerdi. Ama kocasını biraz fazlaca kıskanan eşi –hele bizim biraz da içkiden yüksek sesle şakalarımızı duyunca- iyice kuşkulanırdı. Ve bu konuşmadan 3-4 dakika sonra telefonumuz çalınca biz hiç açmaz “Perran, koş eşin seni arıyor” diye şakalaşırdık. Ama hep haklı çıkardık. “Bir şey söylemeyi unuttum” bahanesi ile eşi onun gerçekten şantiyede olup olmadığını kontrol ediyordu.

Şantiyede basit bir kulübede çalışıyor, yatıyor, yiyor, içiyoruz. Yediğimizde genellikle kuru fasulye, bulgur pilavı ve menemen. Sahi bir de bol bol salata, Osman efendi’nin hakkını yemeyelim. Osman efendi şantiyede herşeyimiz. Odacımız, çaycımız, aşçımız ve de garsonumuz.

Bir de kooperatif müdürümüz vardı, şantiyemizin hemen yukarısında bahçe içinde tek katlı bir ahşap binada oturan. Ruşenî bey her şeyi bilir(!), her işe karışırdı. Örneğin bizim ölçülü cam kaplarla yaptığımız kumun kil muhtevası sonuçlarına inanmaz, kumu eliyle bir oğuşturur, hemen hükmünü verirdi. “%30 toprak, kullanılmaz”. Ona bir hakedişimizi imzalatmak mesele olurdu. (Ama işi bitirip şantiyeden ayrılırken müteahhitten aldığım bonservisimi tasdikte biran duraklamadı, Allah var). 55-60 yaşlarında idi tahmin ediyorum. Evde bir genç kızla beraber kalıyordu. Kızın kimin nesi olduğunu kimse bilmez, bir sürü fanteziler hayal ederlerdi. Hattâ bir kısım gençlerin gece evini dikizledikleri de söylenirdi, günahları boyunlarına.

Bir gün de şantiyemizi İsmet İnönü’nün ziyaret edecekleri haber verildi. (Kendileri de kooperatif üyesi, yapılanlar arasında bir evleri var) Saat 11 civarında Pendik tarafından araba ile geleceklerdi. Bekle allah, gelmezler. Sonunda bir kaza falan olmasın, gidip bir bakalım dedik. Patronun son model, son derece hızlı bir Hudson arabası vardı, ona atlayıp yola çıktık. Tuzla yakınında uzaktan konvoyu görünce hemen yol üzerinden geri dönüp yıldırım hızıyla şantiyeye yöneldik. Bizim bu acaip hareketmizi görüp kuşkulanan polis arabası peşimize düşmez mi? bize ancak şantiye binamızın önünde yetişebildiler. Sorgu sual… Neyse kim olduğumuzu, niyetimizi anlattık, inandılar. O zaman karşılama heyecanı ile pek farkına varamadık ama ölümle yüz yüze geldiğimiz kesin (Bir süre sonra Bursa’da da böyle bir tehlike ile karşılaştım. Onu da Timlo anılarımda anlatacağım).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder