26 Ocak 2009 Pazartesi

Saraylı Mimarlık Dönemi - Ayşe İREM MARO

Saraylı Mimarlık Dönemi
Ayşe İrem Maro

Altın kural şudur herhangi bir altın kural yoktur.
Bernard Shaw

1991-1992 yılları. Çırağan Sarayı şantiyesindeyiz. Saray o yıllarda yeniden inşa edilerek içine suit odalar, çok amaçlı salonlar, dükkan ve restorantlar yerleştirildi. Oldukça feci bir dekorasyona maruz kaldı ve sonunda 49 yıllığına Lübnanlılara kiralandı.

Çırağan Sarayı restorasyonu adına yapılan bu işler kapsamında, bir tasarım (daha doğrusu çizim) grubu oluşturuldu. İşte ben de bu grubun mimarlarından biri olarak çalışmaktayım. Cad sistemleri yaygın değil henüz. En yaşlısı 30’undan fazla olmayan 10-15 kişilik bu Türk mimarlar grubu iç dizayn ve uygulama çizimlerini hazırlıyor; sahada yapılmakta olanlarla koordinasyon çalışmalarını sürdürüyoruz. Bizim dışımızdaki herkes yabancı. İşverenimiz bir Fransız şirketi. Muhtelif ülkelerden mimarlar; Fransızlar, Lübnanlılar, İngilizler, oraya nereden düştüğünü hiç anlayamadığımız İngilizcesi 10 kelimeyi aşmayan bir İtalyan şef, çok güzel gitar çalan Giuseppe, bir Alman. Ve daha kimler kimler. Sonradan Fransa’da gelin arabalarını süsleme işiyle iştikal ettiğini öğrendiğimiz bir hanım ayda bir şantiyemize gelerek saraydaki mekanların duvarlarının renkleri ya da kumaş kaplamaların renk ve desenleri konularında çalışmalar yapardı örneğin. Bir aşamada ortaklığı Amerikalı işçiler doldurdu. Evet o sırada yalnızca çelik strüktürü tamamlanmış olan, içi bomboş duran koskoca sarayda mavi baretleriyle iri yarı, göbekli Amerikalılar peyda oldu. Yerlere aks çizgileri çiziyorlar, bir şeyer taşıyorlar falan, sıradan inşaat işçileri yani... İyi de neden Amerika’dan?? bunu öğrenemedik ama iki ay sonra filan esrarengiz bir biçimde kayboldular.

Bu renkli atmosferde, çok eğleniyorduk tabii bir yandan çalışıyoruz bir yandan da muhabbet ediyoruz. Çalışma mekanımız da sarayın bodrum katında, kalın taş duvarlarıyla gerçekten de yapının orijinal kalmış bölümlerinden biri. (Sonradan dükkanların bulunduğu bir pasaj olarak düzenlendi.) yerlere uyduruktan koyu gri bir halı kaplanmış. Projeler, malzeme numuneleri, kablolar, ısıtıcılar ve biz kir pas, toz toprak içinde yaz demeden kış demeden çalışıyoruz. Bir sabah yine geldik masalarımıza yerleştik. Herkes başladı kendi sorumlu olduğu mekanlarla ilgili çizimlerine. Çok geçmeden kız arkadaşlardan birinden bir çığlık yükseldi. Kalemlerini ve çizim malzemelerini koyduğu çekmeceyi bir de açmış ki ne görsün. Çekmecenin içi hallaç pamuğu gibi atılmış. Hiç açmamış olduğu krakerlerin paketi küçücük bir daire şeklinde delinmiş içerisi unufak edilmiş. Birçoğumuzun yaptığı gibi öğle yemeklerinden sonra kullanmak üzere iş yerinde bulundurduğu diş macunu tüpü de yine küçücük delinmiş, macunlar çekmecenin içinde fiyonk fiyonk duruyor. Kızcağız dehşet içinde bağırıyor. Hayretler içinde anladık ki bu, arada sırada bir köşeden bir köşeye ışık hızıyla koşarken zorlukla tespit ettiğimiz minik fındık farelerinden birinin işiydi.

Tabii hemen şu espri ile bağladık bu olayı. Allahım bu saraylı fareler ne temiz terbiyeli hayvancıklardı. Karınlarını doyurduktan sonra dişlerini de fırçalıyorlardı!!

O ekipte çalışan kime sorarsanız sorun aynı şeyi söyleyecektir eminin, meslek hayatımın en sosyal, en eğlenceli dönemi, bu saraylı mimarlık dönemi olmuştur.

Ayşe İREM MARO
Y. Mimar, İ.T.Ü. 1987
Beykent Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder