26 Ocak 2009 Pazartesi

Domuz gibi! - Firüzan Baytop

Domuz gibi!


Seka Dalaman Kâğıt Fabrikası “Su alma, isale ve arıtma” işimiz kuyularının betonarme bölümü bitmiş, içleri boşaltılmış ve kuyu dipleri betonlanmış. Kuyucu Mehmet usta tasını tarağını toplamış gitmiş. Şimdi iş kuyu diplerinde dört bir tarafa sokulacak filtre borularında. Her bir kuyunun dibinde 40m. ileriye yatay olarak uzanacak, kumları tutup derenin suyunu kuyularda toplayacak 8’er adet filtre borusu var. Önce hidrolik preslerle kılıf boruları araziye yatay olarak itilip çakılacak, sonra içlerine filtre boruları sürülüp, kılıf ile arası filtre kumu ile doldurulup kılıflar dışarı çekilecek.

Özel ekipman, bilgi, deneyim ve hassaslık gerektiren bir iş. Bu işi alman Preussag firması yapacak. Firma bu iş için genç bir mühendis ve iki deneyimli teknisyen gönderdi. Ancak genç mühendisin herhangi bir uygulama bilgisi ve yönetim becerisi yok. Tecrübeli teknisyenleri onu kısa sürede gırgıra alınca firma onu geri çekip, çok deneyimli, şişko bir eski naziyi ustabaşı olarak gönderdi.

Yeni ustabaşı ile teknisyenler iyi anlaşarak (Daha sonraları şantiyemize müdür olarak gelen Hulusi Damgacıoğlu’da Hitler ve nazi hayranı, onunla da çok iyi anlaştı) gündüzleri it gibi çalışıyor (14m. yeraltında, 4m. çapında kuyular içinde, havasız, sulu ve %100 rutubetli bir ortamda çalışmak kolay değil) ama geceleri de domuz gibi (Bu değim benim değil, bizzat Almanların. Avrupa gezilerimden birinde, Münih’ten büyükçe bir bira bardağı almıştım. Bardağın ortalarında bir yerdeki çizgi ve yanında “Kadınlar için”, daha yukardaki bir çizgi, yanında “Erkekler için” ve en üstte, bardağın ağzına yakın bir çizginin yanında da “Domuzlar için” yazıyordu) içiyorlardı.

Onların her gece onlarca şişe bira içmesi bizi hiç ilgilendirmiyor ama ikiz lojman binamızın bizimkine bitişik odasında o kadar çok gürültü çıkarıyorlar ki gece yarılarına kadar uyuyamıyorduk. Sonunda onlarla, onların yöntemi ile savaşmaya karar verdik.

Ülkü isimli bir teknisyenimiz vardı. Seka’da bir arkadaşından bir teyp aldı getirdi. Almanların odasına bitişik, boş alan bir odamızda bir masa üzerine teybi yeleştirdik. O zamanki teypler ez azından 20 kg. ağırlığında, alâmet şeyler, sesleri de gümbür gümbür.

Almanlar sarhoş olup gürültüye başlayınca, hemen teybe Almanya da o sıralar ünlü olmuş olan türkücü Neşet Ertaş’ın kasetlerini takıyoruz ve teybi sonuna kadar açıyoruz:

Kendim ettim, kendim buldum,
Gul gibi sararıp soldum eyvah, eyvah, eyvah. Ve başkaları.

Bir fincan kahvenin,
Kırk yıl hatırı vardır.

Hem okudum, hemi de yazdım,
Yalan dünya senden bezdim, oy

Uzayıp giden tiren yolları,
Boynuma dolanan yarin kolları

Almanlar da seslerini artırıyorlar ama bize ancak iki gece dayanabilip, suspus oluyorlar.

Savaşı biz kazanmıştık.

Bu Ülkü bir alemdi. Zaman zaman öğlende pastırmalı yumurtalı pide yerdik. Baştan herkesin hakkını ayırmazsak Ülkü, öylesine iştahlı ki, kimseye pide bırakmazdı. Gene bir gün Ortaca’ya pide yaptırmaya gitmişti. Gecikti, biz acıktık. Neyse pideler gelince bu sefer bizler saldırdık ama hayret o ağırdan alıyor. “Hayrola ne oldu, iştahın yok gibi” diye sorunca “ağabey ben yolda pidelerden birini yedimdi” demez mi?

Bir alemdi bu Ülkü dedik ya…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder