26 Ocak 2009 Pazartesi

Leningrad’a gidiyoruz - Firüzan Baytop

Leningrad’a gidiyoruz.


Moskova’ da ilk işimiz “ Elkat Bakır Fabrikasın” nı yaparken, bizim henüz SSCB’de yaygın bir teşkilatımız olmadığından, ya da ismimiz yeterince tanınmadığından teklife davet edilmediğimiz, Leningrad’da “ Goznak’a “Değerli Kâğıtlar (Banknot, hisse senedi vb. kâğıtları) Fabrikası Su Arıtma Tesisi” ihaleye çıkmış. Dolaylı yollardan bir dosya alıp teklifimizi hazırlıyor ve gene dolaylı yollardan GOZNAK’a ulaştırıyoruz. Teklifimiz ayrıca yüklü bir yabancı firma kârı taşımadığından doğal olarak ucuz oluyor ve işi alıyoruz. ( 1990 ). Ancak ( herhalde bir ön anlaşmaları var ) idarenin baskısı ile bir kısım önemli mekanik aksamı yüksek bedelle PURAC firmasına vermek zorunda da bırakılıyoruz.

İhale üzerinde görüşmek üzere Bülent Özgüven ile Moskova üzerinden Leningrad’a uçuyoruz. Bülent genç bir mühendis, bize yeni girmiş. Daha önce Enka’da çalışırken Moskova’daki Petrovski pasajının renovasyonunu yapmış. Güzel ingilizcesine ek olarak az buçuk da Rusça’sı var. Sempatik, bilgili, iyi bir çocuk. Bu işin şantiye müdürü olarak düşünülmüş. Leningrad’da bizi, daha önce Turgut Erkin tarafından bulunmuş, ingilizce-Rusça tercümanımız genç bir Rus hanım karşılıyor. Havaalanından şehre giderken ve şehir içinde bize şehir ve çeşitli binalar hakkında bilgiler veriyor. Otele varışımız bir saati geçiyor. Soruyoruz
“ havaalanı bu kadar uzak mı?” diye. “ hayır değilmiş” bize şehri biraz tanıtmak için dolaştırmış.

Ertesi sabah Goznak yetkilileri ile toplandık. Merhabalar, hoşgeldinizlerden ve birbirimize kartvizitlerimizi verdikten sonra konuya giriliyor. Toplantıda mevcut kağıt fabrikasının müdürü, mevcut su arıtmanın müdürü, birkaç mühendis ve bir de yeni yapılacak tesisin proje mimarı varlar. Bize ilk sordukları davetli olmadığımız halde teklif dosyasının nasıl elde edip teklif verdiğimiz ve kim olduğumuz. Türkiye’nin önemli taahhüt firmalarından ve arıtma işinde özellikle uzman olduğumuzu ve de halen Moskova’da Elkat fabrikasını yaptığımızı anlatıyoruz. Tatmin oluyorlar. Projenin detaylarına geçiyoruz. İstanbul’da projenin içine iyice girmişiz. Her sorularını, -dahası bize sormayıp Bülent’in biraz da olsa Rusça bildiğini de tahmin edemediklerinden- aralarında Rusça konuşmalarına da açıklık getirmemiz üzerine bize güvenleri artıyor. Artık gelsin çaylar. ( Tabii bu çaylar ilerki günlerde vodka’ya dönüşecekti. )

Moskova’ya dönüşümüz maceralı oldu. Uçak biletimiz nedense sadece gidiş olarak alınmış. Tercümanımız, Neva nehri rıhtımına bağlı olan bir turist gemi-otel’inden dönüş bileti alabileceğimizi düşünmüş. Ancak bizler otel müşterisi olmadığımızdan alamadık. Haydi havaalanına gidiyoruz. Orada da yer yok diyorlar. Tercümanımız yılmıyor, üst kata çıkıp terminal müdürünü arıyor, yokmuş. Yerine deri ceketli iri yarı bir kadın olan müdür yardımcısı ile uzun uzun konuşup güleç, bir yüzle bize yanaşıyor. Hemen “ ne dedi, ne dedi?” diye soruyoruz. Cevabı, o zamanki Rusya’nın halini çok güzel anlatıyor. Müdür yardımcısı “ siz pasaportun için 20-30 dolar koyun gişe memuresi işinizi halleder” dememiş mi? Hemen dediğini yapıyoruz. Memure “ tamam” diyor “ sizi uçuracağım, biraz bekleyin.” Ne kadar bekleyeceğimiz belli değil, tercümanımızın saati 10 dolar, teşekkür edip ou gönderiyor, büfenin önünde, gişeyi gören bir masaya oturup beklemeye koyuluyoruz.

Bir ara Bülent büfeye gidip elinde 4 ufak şişe ile dönüyür. 200cl.’lik plastik şişelerde hafif şarap bulmuş. Bir yandan hafiften şaraplarımızı yudumlarken, gözümüz gişede, sohbeti koyulaştırıyoruz. O Enka’daki çalışmalarından, ben Alarko’dan söz ederken bir saat geçiyor. Kadın “bekleyin, bir ilave sefer koyuyorlar” diye müjde veriyor. Ama bir saat daha bekleyecekmişiz. Bu sefer ben büfeye gidip 4 küçük şişe daha alıyorum. Bir saat daha geçiyor, Rusça anonslar falan. Memure bize işaret ediyor, bilet ve biniş kartlarımızı veriyor. Allah için, verdiğimiz dolarları da hakkediyor. Bize pahalı turist bileti değil, ucuz rus bileti kesmiş. Az sonra mutlu ve de keyifli ( ! ) uçağa gidiyoruz.

Dönüşte Leningrad taahhüdü proje müdürü Önder Kazazoğlu’nun,
“ Bülent bize yeni girdi, Alarko yöntemlerini bilmez” itirazı üzerine o değil Ekrem Çınar şantiye müdürü olarak görevlendirildi, çok da iyi iş yaptı. Sonradan Bülent, Alarko’nun teklif işlerinde çalıştı. Ancak o taahhüdün şantiye müdürü olamamasının kırgınlığını da hep taşıdı. Şimdi yazık ki bizde değil, dostluğumuz ise hep sürdü.

Leningrad’daki bu işimiz çok başarılı oldu ve bize 1994’de aynı işin yanında Goznak “ Değerli Kâğıtlar Fabrikası” işini getirdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder