26 Ocak 2009 Pazartesi

Antalya’da bir geçici kabul ve intikamımız! - Firüzan Baytop

Antalya’da bir geçici kabul ve intikamımız!


1978 yılında Etibank’ın “Antalya Karpit ve Kireç Fabrikası”nı tamamlayıp, geçici kabule hazırlamıştık. Kabul heyeti Ankara’dan, Genel müdürlükten geliyor. Antalya’dan da kontrol mühendisi, teknisyen ve fabrikadan birkaç yetkili katılıyor. Kabullere doğal olarak kontrollar da katılır. Ancak bunlar işteki aksaklıkları, noksanlıkları sıralamak için değil, heyete döküman ve bilgi vermek için heyettedirler. Ve aslında kabullerde bir bakıma onlar da hesap verirler. Kontrol aksaklık ve noksanlıkları sıralamaya başlarsa “Arkadaş, niye bunları zamanında görüp düzelttirmedin, tamamlatmadın” derler adama, demeleri gerek. Oysa teknisyen arkadaş, kendi kontrolunu da atlayıp, adeta kin kusuyor. Nedenini bilemiyoruz. İşin garibi, bazılarının rahatsızlık duymalarına karşın heyetten biri çıkıp da “Hele dur bakalım, burada senin amirin var” demiyor. Teknisyenin bu menfi tutumuna birde heyetteki bir hanım mimar katılmaz mı? Hiç bir cevabımızı, savunmamızı kabul etmiyor. Hep “kendisi haklı” (Oysa biz birgün önce işçilerimiz ve fabrika personeli için ne güzel bir eğlence hazırlamış, keyifle yemiş içmiş, işçilerimizin zorlaması ile ortaya çıkıp bir güzel oynamış, ertesi günkü kabul için moral kazanmıştık.)

Bu sinirli hava içinde ve tartışmalar, notlar almalarla kabul gezisi bitiyor. Ertesi günü kesin eksikler, kusurlar, dilekler listesinin hazırlanması için toplanılıyor. Teknisyen arkadaş gene baş rollerde, zaman zaman heyet başkanı ve mimar hanım da ona katılıyor. Şu eksik, bu noksan diye idarenin vermiş olduğu projeleri bile tenkit ediyor, sözleşmemiz kapsamında olmayan işleri yapmamızı istiyorlar. Civatalı çelik konstrüksiyon olan kocaman binanın “Tüm civatalarının elden geçirilmesi, tüm çatının Ø8 yerine Ø5.5 mm. olan eternit çatı bağlantı kancalarının değişitirilmesi gibi kapsam belirsiz, yerine getirilmesi pek mümkün olmayan taleplerde bulunuyorlar. (Oysa eldeki projelere göre yapının bir dar yüzü eternit levhalarla kaplı, diğeri boş idi. Fabrika yönetimi ihtiyaç görüp bunu kendileri kaplamış, onlar da Ø5.5mm. kanca kullanmışlardı. Çünkü Ø8 lik kanca piyasada bulunmuyor. İsterseniz herbirinin dişleri pafta ile teker teker açılacak. Olmayacak, çok pahalı bir iş).

Müdür fabrikasını biran önce işletmeye almak istiyor, biz aşırı ve haksız talepleri kabul etmiyoruz, heyet kendi içinde tutarsız, hepimiz sinir küpü, ha patladık, ha patlıyacağız. Ve beklenen oluyor. Sıra elektriğe gelmiş, heyetteki elektrik mühendisi İsmail Özer “Elektrikte bir eksiklik yok. Her şey sözleşme ve şartnameye uygun olarak yapılmış” demesi ile kıyamet kopuyor. İdare tarafının bir bölümü “İsmail bey tamam diyorsa tamamdır” derken bir bölümü de, vay efendim “eksik ve kusur listesiz kabul olurmuymuş” iddiasında. Heyetin idare tarafı kendi aralarında birbirine girince başkan işe müdahele ediyor ve “Beyler bize biraz müsade eder misiniz” diye bizi dışarıya davet ediyor. Biz yan odada onların bir süre daha yüksek sesle tartıştıklarını duyuyoruz.

Yarım saat sonra bizi içeri davet ediyorlar, İsmail bey 4-5 maddelik çok basit noksan ve kusurları okuyor. Her halde onu çok sıkıştırmışlar. Ayrıca diğer işlerin noksan ve kusurlarını o kadar çok abartmışlar ki kabul etmemiz mümkün değil, resti çekiyoruz. “Bu kadar haksız ve de geçici kabul için kanunî sınır olan, %5’i bir hayli geçen bir eksik ve kusurlu işler listesini ve karşılarına konan fiyatları kabul edemeyiz”. diyor ve ekliyoruz “Bu durumda elbetteki fabrikayı da işletmeye alamazsınız”. Kağıtlarımızı toplayıp kapıya yönelirken “Ne yapıyorsunuz, nereye gidiyorsunuz?” sorularına “Şirket merkezimizle konuşacağız” diyerek toplantı salonunu terkediyoruz. Aslında şirketle konuşacağımız falan yok. Zaten saat 19 olmuş. Bu saatten sonra nereye gidilir? Tabii limana, kafaları çekmeye. Şimdi bırakalım onlar düşünsün.

Bir kaç kadehten sonra biraz keyifleniyor, onların şimdi ne yaptıklarını düşünüyor, mimar hanımın hep kendisinin haklılığı iddiasına karşı, Proje müdürü Doğu Özgür, Nephan Doğruman, Nail Demir, Cengiz Yalçın, Şantiye şefi Yalçın Belül ve ben –mimar hanımın tutumunu yansıtan–günün yaygın şarkısı “Şunu bunu bilmem, ben haklıyım” şarkısını bir ağızdan söyliyerek, Etibank grubunun kendi aralarında kavgalarını, İsmail beyin erkekliğini ve onların şaşkın bakışlarının önünde nasıl salonu terkettiğimizi anımsayarak, şişeleri deviriyor gecenin ikisini buluyoruz. Dönüş yolunda gene ağzımızda o şarkı “Şunu bunu bilmem ben haklıyım”

Yatmak için Etibank lojmanına döndüğümüzde ne görelim? Etibank heyetinden dört kişi bizi beklemiyorlar mı? Gözlerinden uyku akıyor. Bekleyen kişiler bölüm şefleri. “Yahu nerelerdeydiniz?” diyorlar, elbette “Şirket merkezimiz ile temas ediyorduk!” Kendi aralarında biraz makul düzeye inmişler, biraz da beraberce tıraşladık. Sabaha karşı kabul edebileceğimiz bir liste ortaya çıktı. Karşılıklı paraf ediyor, bir gün dinlenip sonra ki ertesi gün imza için toplanmak üzere yataklarımıza gidiyoruz.

İntikamımız fena olmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder